28 Ağustos 2013 Çarşamba

ve BURSA...


Heyecanlıyım elbet.
10 yıl olmuş neredeyse...Çok mu değişmiştir herşey? Bıraktığım izlerimi bulamayacak kadar mı?
Daha önce sadece " gittiği " bir yeri yıllar sonra görmeye giderken böyle  hissetmez insan hayatının bir kısmını bıraktığı yere giderken...

Bu yazı bir gezi yazısı değil bu yüzden.

Nasıl olsun ?
Turist gibi yaşamadım  ki üniversite yıllarımı harcadığım bu memlekette...
Öneriler olmaz bu yüzden,şuraya gitmeli buraya gitmeli diye...Ben hevesle benim  olan yerleri,geride bıraktıklarımı arayacağım....Saçlarım uzun mu uzun,ayaklarımda kösele sandaletler,o zamanlar mumla arayıp zor  bulduğumuz  şimdi her köşebaşında satılan Bodrum sandaletleri...Şimdi o gencecik kızım ben,başımda kavak yelleri...Bütün bu sokaklarda dolaşırken aklımı dolduranları anımsayacağım bir bir...İçimde tuttuklarımı salıvereceğim şuraya buraya...Ya da gördükçe toparlayıp tıkıvereceğim içime biryerlere...

Babamın teyzesinin kızı evinin kapılarını sonuna dek açtı bu gezimizde bize...Sponsorumuz onlar...

Nazlı abla, selamlar ve sonsuz teşekkürler...

:)


Buluştuğumuzda akşam inmek üzereydi. Ve ne güzeldi yıllardan sonra birbirimize çocuklarımızı tanıştırmak...
Kayhan da bir restorandayız.Özel bir yer burası.Nazlı ablamın annesini yani babamın teyzesini gençliğinde babası getirirmiş.Yani babamın dedesi.Sonra Nazlı ablam evlenince eşini ve çocuklarını getirir olmuş.Bu bir aile geleneği haline dönüşmüş.

Pideli köftesi meşhur Bursamın ya iskenderden sonra,          J   ,  B  A  Y  I  L  D  I  ...

Eskiden taksi dolmuşlara binmek için inerdim Kayhana...Bıçakçılar,ıvır zıvır satan dükkanlar,bakırcılar en çok aklımda kalanlar.Ama ben çok severdim burayı.Türlü kokulardan türlü kokulara hızla geçiş yapabileceğiniz ender yerlerden biriydi.Seneler sonra burası yeniden düzenlemeleri, dışarı atılan masaları ,yerinde ışıklandırmaları ve şıklaştırılmış ambiyansı ile çok hoş olmuş...
( Sır 1 : Eski Kayhan ı özledim ben ışık hızında.)
" Yemekten sonra şöyle açık hava biryerlerde çay içeriz,sonra da eve artık, yorgunuz zaten "  fikirleriyle  çıksak da  önce ağır ve hantal kapısı artık geceye kapanmakta olan Koza Hana,sonra Pirinççi Hana ardından da Setbaşına,Emirsultana Yeşile uğraya uğraya gidiyoruz pusetlerinde uyuyakalmış bebelerden güç alarak ama bir ara ayaklarıma bakıyorum,ayak değiller artık onlar,başka bişey olmuşlar kolay değil bir güne neler sığdırdık...Belimi yokluyorum,o da yok sanki,boş orası da sırtımdan direkt bacaklarım  başlıyor...Aradaki yerler flu...

...

Olsun.
El yordamıyla sabırsızca yokluyorum şimdi Bursamı...Hızla ve film şeridi hissiyatında karşılarda biryerlerde görünce Kafkası mesela içim bir tuhaf oluyor.Seneler boyunca beklediğim,beni beklemiş insanlara bakınıyorum sanki aynı anda...
Tuhaf bir his bu!
Elim kolum bu kadar doluyken ı ıh!...
Tuhaf bir his...

...

 Bursa ya dışarıdan bir gözle baktığım öğrencilik yıllarımın ilk günlerine, başa sarıyorum şimdi de.
Ufak tefek birkaç  objektif bilgi için.

 '' Ben bir yetişkinim ve ıvırımı zıvırımı herşeyimi artık kendim hallederim!'' in sırt ağrılarında, gereksiz bürokrasinin sıra beklemelerinde, derdini anlatmaların baş ağrılarında yüzünü göğe çevirdiğinde,sanki sana ''Tamam canın sıkıldı, kabul.Ama bi baksana şu güzelliğe,şu yeşile,şu yukarı doğru kıvrılıp giden yola,şu elini uzatsan değecekmişşin gibi duran dağa'' diyen o iç sesten  ve özellikle Heykel civarındaysan seni sarıp sarmalayan,eğer 152 evler eski Müzik& Resim Bölümüm oradaysan da seni hayatta bırakmayan yemyeşil ve o sihirli manzaradan bahsediyorum.

Ben en çok dağı şehirden izlemesini sevdim orda olduğum yıllar boyunca.Bu gittiğimizde dağa da çıktığımızda bunu birkez daha anladım.
Bir şehrin bu denli cömert yeşiline şahit olup durmak günboyu,paha biçilmezdi gerçekten orada yaşadığım süre boyunca .

Kolaj gibi olur bunun devamı çünkü toplayamıyorum içimde seneler evvel olup bitenler bir imbikten süzülüyor sanki ağır ağır  şimdi buraya yazmak için

Ama oraya gidince daha iyi anladım,bu kadar uzaktayken hissetmemiştim bunu.Benim için ne kıymetliymiş Bursa.

J biryerini beğenmezse diye içim titredi gezip tozarken.Bu sebepleydi itina ile seçmem gidilecek yerleri...Sanki şehri ben yaptım...
Ne tuhaf!

Zamansızlıktan gidemediğimiz,rotada bulunmayan yerler de ( Altıparmak,Kültürpark,Çekirge,Eski kampüs,yurt binası ve sair ) inatla kaybolduğumuz yollarda hızlı bir selam çakışla ziyaret edildi tarafımdan.

Ertesi gün J yi almadım,Pazara giderken bebeleri götürmeyen anne misali.. :)
Kimse görmeden selam çaktım gelip geçerken hep önünden hızla seğirttiğim Heykeldeki heykele,oturup öğrenci yokluğu ile ah nasılda kıymetini bilerek her yudumunu yemek yediğim masalara gülümsedim sonra,ve koşarak girdim  Nalbantoğlundaki Ülkü Pastanesinden içeri 10 yıl öncekinin aynısıydı kestaneli poğaça,rahatladım :) ansızın sevdiğim biriyle karşılaşıverdiğim, ama artık olmayan köşe başlarına kızdım hırsla, adını hatırlayamadığım dükkanları ararken kayboldum sonra geçmişte,artık her daim cıvıl cıvıl oturanları olmayan,kimi ters çevrilerek masanın üzerine sıralanmış kimi öylesine sıra sıra yanık duvarın dibine  dizilmiş  iskemleleri ve taştanmış gibi görünen masalarıyla süküt-u hayal, yorgun Mahfelime bakıp  hep onları düşündüm en sonunda :

O zamanlarıma eşlik eden rol arkadaşlarımı!

Neredeydiler kim bilir şimdi...

Eski ve çok ünlü bir film setini dolaşmış gibi sevin içinde ama  bomboş döndüm sonra eve...

İşte tüm  hikaye bu.

Sarmadı mı?

O zaman başa alıp pek çok güzel anınızı bıraktığınız şehrin fonunda kendi iç sesinizden okuyun bakalım bir de,uğramak istediğiniz yerlere doğru uzanan bir yazı olsun hemen bu yazı...

Şimdi nasıl?











BURSA ZOO






Gölyazı Köyünden ayrılmak üzere kapıları kapatır kapatmaz daha motoru çalıştırmadan neredeyse, serin yeri bulan bebeler uyuyakalıyor.Epey de yolvar,dinlenirler artık...
Sabahın köründen beri yolllarda olan iki bebeli  ana-baba olarak bu saatlerin durgunluğu ve bize kalmışlığından mest oluyoruz .

:)

 Sakince geliveriyoruz Soğanlıdaki hayvanat bahçesine.Anlatmıştım daha önce,bundan evvel Türkiye deki hayvanat bahçesi tecrübem maalesef Gülhane Parkı ile sınırlıyken balayında Tayland da ,Singapur da, ve İngiltere de envai çeşit hayvanat bahçesiyle hemhal olmuştuk.Hayvanlara  kendi doğal ortamlarında sonra  sahip olabilecekleri  neredeyse en doğal ortamlar sunularak,onları köleleştirmeyi en aza indirgeyerek ve rencide etmeyen ya da en azından böyle göstermeye çabalayan yerlerdi buralar hep.Hele Singapur da gördüklerimizi bir türlü unutamıyoruz.
Leyla 9 aylıkken J nin doğumgünü münasebetiyle Darıca hayvanat bahçesine bir gezi düzenlemiştim de, birkaç hayvanı gördükten sonra tası tarağı zor toplamıştık kaçarken oradan.

Tek kelime ile K O R K U N Ç tu orası !!!

Bu yüzden buradan hiçbir şey beklemiyoruz.Maksat bebelerde AVM oyuncaklarından daha insani bir iz bırakabilmek.

Bursadaki hayvanat bahçesinin pek çok yerde olduğu gibi gösterişli bir girişi var.Ama bizi şaşırtan giriş ücretinin 3.5 tl oluşu.En son London Zoo da çoluk çocuk farketmez 60ar tl gibi bir ücret verince '' Yahu birkaç hayvanı da yanımızda mı götürmemize izin verecekler,olay  nedir ? '' diye kızdığımızı hatırlayınca,gevşek suratlarla giriyoruz kapıdan içeri.Girer girmez de en son yine orada olduğu gibi  yeşil bir örtünün önünde daha sonra boyutlandırılmak üzere bir aile fotoğrafı çektirmek için bizi bekleyen şirin bir fotoğrafçı karşılıyor.
Neyse fotoğrafımızı çektirirken soruyoruz,almak istersek ne kadar? 10 tl.

Süper!

Öğlen sıcağını atlatmış olsak da hava yakıyor.Kuğuların,pelikanların,ördeklerin şıpır şıpır yüzdüğü güzel bir göl karşılıyor bizi.




Ama karnımız aç.Makul fiyatlara pek çok şeyin bulunabileceği bir de restoran var,buna da seviniyoruz.Birşey beklememiştik ya, sevine sevine ilerlemek bizi çok mutlu ediyor.






Git gide çok hoş gelmeye başlıyor  burası.Hayvanlara ayrılan alanlarda doğallığa olabildiğince önem verilmesi,alanların gayet geniş düşünülmüş olması bizi sevindiriyor.Leyla ilk kez farkında olarak ,tanıyarak,sevinçle zıplaya zıplaya geziyor bölümleri...
Arada öyle sıcaklıyoruz ki parkı sulayan fıskiye  hortumların altına giriyoruz ailecek.Tuhaf bakışlar altında da olsak,

M U T L U Y U U U U U Z Z Z Z Z!!!!!

Islandık ama kururuz az sonra kime ne?

En komiği de o kadar yakından ilk kez bir yaban domuzuna bakan Leyla onu görür görmez '' Anneeeee, Gruffalo buuuuuuuu çok kooookunç amaaaa!!! '' demesiydi sanırım.Diğer hayvanların çoğunu doğru bildi...




En son Darıca hayvanat bahçesinde ,Elektrik İdaresi Binasının bahçesine zürafa kaçmış gibi görünen manzarayı görünce  apar topar ayrılmıştık oradan.Bu manzara bizi biraz olsun rahatlatıyor...

Bahçede durduğumuz süre boyunca İstanbul da neden böyle bir yer yok diye hem üzüldük,hem söylendik.Durmadan ama durmadan.

Günün sonunda hayvanat bahçesinin içinde bulunan çocuk parkıyla da bu geziyi taçlandırmak,çimenlere Teoyu  yayıvermek bu yorucu günün en güzel tarafıydı sanırım.

Herkesin çıkarken sırıttığı bir geziydi...Amacına ulaşmış nice geziden yalnızca biri...

Şimdi yorgun ayaklarımızı dinlendirme zamanı...

Bursadaki kuzeni görme vakti...

:)





22 Ağustos 2013 Perşembe

GÖLYAZI KÖYÜ



Bu sabah saat altıya geliyordu yola çıktığımızda...Önce Gorukleden diplomamı almıştım bilindiği üzere.Sonra rotamızı Karacabey yolu üzerindeki Gölyazı Köyüne çevirdik kahvaltıdan sonra.

En son sanırım üniversite orkestrasıyla Buca ya konser vermeye giderken görmüştüm burayı uzaktan,yine bir gün doğmaktaydı...Kızıllar pembeler maviler arasından birazdan başını uzatacak olan güneşin fonunda sisler arasından puslu ama büyülü bir kayıp ada gibiydi Gölyazı...

Sonra hatırladım da hep gün doğarken gördüm uzaktan onu.Hep gitmek istedim,hiç gidemedim. Başka başka yerlere uzanan yolculuklar esnasında görmüştüm ama bu kez onaydı uzanan yolum.
Sıkı sıkıya tembihlediler, aman kaçırmayın  sağa dönüşü ,uzar gider sonra yolunuz!
Gölyazı tabelasını görünce sevinçle kıvrılıyoruz sağa...Sonra yolun altından geçerek iki yanı  incir  ve zeytin ağaçlarıyla kaplı o güzel yolun keyfini çıkarıyoruz.
Gölyazı köyü Uluabat gölünde yeralan bir köprüyle anakaraya bağlı bir adaköy aslında köprüyü saymazsak.

Yol bitince karşıda minicik bir köprü ve köy kahvesi karşılıyor bizi.

Gölün kenarındaysa balıkçılar ağlarını yıkamakta uzun mu uzun çizmeleriyle..
Bu kez tam öğlen sıcağı.Kıyamıyorum çocuklara.Aslında hiç akıl karı da değil ama gölgede bırakır onları şöyle bir tur atarım diye düşünüyorum.J yi köy kahvesine doğru iteliyorum :) ama nafile! Bolllca güneşyağı sürünüp, zaten pusette uyuyan epey korunaklı Teo yu da aldığımızı gibi zıplaya koşa ilerleyen Leylaya yetişmeye çalışıyoruz.
Etrafta hep ellerinde tepsilerle  oraya buraya yemiş taşıyan ferace dendiğini bildiğim siyah  yere kadar uzun robadan ince bir pardesü ve başlarında yemenileriyle kadınlar ...Buranın inciri meşhurmuş,onları kasalara istifleyip sayarken bazıları da gelen arabalara yüklüyor.
Gülümsüyorlar bizi gördükçe etraflarında.Onlardan başka da şimdiik etrafta kimse yok.Aklı olan gölgede ya da evlerinden zaten çıkmamış...
Acelemiz var,yolumuz öyle uzun ki, her şeyi görmek isterken hiçbir şeyi görememekten korkuyorum.Daracık sokaklarda,eski mi eski evlerin arasında dolaşırken ben bir taraftan fotoğraf çekmeye çalışıyorum,J kah minicik bir kedi yavrusu bulmuş sıkıştıran Leylaya sahip çıkıyor,kah  fotoğraf çekerken tutmayı bıraktığım Teonun pusetini yokuş yollarda kaymasın diye  sıkı sıkı tutuyor.






Su almak için uğradığımız köy bakkalında mola verince gayri ihtiyari başım yukarı kalkıyor suyumu içerken.

O da ne?

Eski evin bacasının üzerinde devasa bir kuş yuvası!Hatırladım ben bu yuvayı, leylek yuvası bu.Sevinçle gösteriyorum J ye ve Leylaya.






Ben hayran hayran izlerken yuvayı J nin dürtmesiyle onun gösterdiği tarafa bakıyorum.Başka bir yuva ve içinde bir de leylek oturuyor bu kez! Çocuk gibi seviniyoruz.Evler de çoğu zaman tek katlı olduklarından, onlara öyle yakınız gibi geliyor ki,evleri bir tarafa bırakıp bu kez etrafta aslında onlarcası bulunan yuvaları odak noktamız yapıyoruz.










 Gülüyorlar, sevinçle yuvaları ve leylekleri izleyen,sıcakta hızlı hızlı bir o yana bir  buyana koşturan komik aileyi görünce kazara dışarı çıkmış  köylüler.Biz de onlara gülümsüyoruz.

Susamış leylekler.Ağızları açık hemen hepsinin.

Uzun mu uzun gagaları,bembeyaz tüyleri,çekik kara gözleri beni çok duygulandırıyor.

'' Ben hayatımda ilk kez görüyorum hayvanat bahçeleri dışında doğal ortamında bir leyleği'' diyor J.
O an ne kadar da şanslı bir çocukluk geçirdiğimi hatırlıyorum.Köyde görürdük leylekleri ve dedem komik bir de mani söylerdi onlara tarlalarda rastladığımızda.

Nasıldı?


leylek leylek havada
yumurtası tavada
...




Nazenin bir göl köyünün, yakın zamanda veda edecek hüzünlü bekçilerine elveda deyip yine dolaşmaya başlıyoruz  evlerin aralarında...Nasıl da eski bazıları.Tam olarak bir köy burası.İlerde köprüden geçince Ağlayan Çınar civarında  bazı turistik satışlar gerçekleşse de doğal bir köy burası.Turistik biryer  değil.İyi ki de değil. O doğallığı çok seviyoruz biz.Rastadığımız hemen herkes çocuklara, bize  ısrarla incir ikram ediyor.Öyle tatlılar ki...








Derken kireç badanalı eski mi eski bir evin daracık minicik camında, masmavi ,çakmak çakmak ama en az 80 yaşında bir çift gözle karşılaşıyoruz...



Acaba kızar mı bize şimdi evine bu denli yaklaştığımız için diye tedirgin bir his belirmedeyken içimizde,bir taraftan da  yürümeye başladığımızdan evin kapısına gelmiş bulunuyoruz.Ardına kadar açık kapıdan evin güünışığı alamadığından nispeten karanlık,koyu gölgeli ayvanını görüyoruz.Omuz hizzasında bir kat ile ikiye ayrılmış ev,alt kat bodrum kat gibi,mahzen gibi...Orada, o karanlıkların içinde oturuyor işte, tümden dişsiz ağzıyla sevinç içinde gülümsüyor şimdi bize...
Biz de ona karşılık veriyoruz,selamlıyoruz onu.Resmiyeymiş ismi...Nerden geldiğimizi,çocukların yaşlarını,isimlerini soruyor,ısrarla bir torba yemiş veriyor ve dua ederek kınalı elleriyle uğurluyor bizi...


Resmiye nineyi çok seviyoruz...



Sıra sıra evler ve önlerinde kimi pırıl boyalı büyücek, kimi köhne türlü türlü kayıkların dizili olduğu sahile kıvrılıyoruz.Orada da birkaç fotoğraftan sonra ayrılma vakti geliyor.









 


Gölün kıyısında zeytin ağaçları var suyun içinde de..Öyle güzel 
                                                    görünüyorlar  ki  izlemeye doyamıyoruz...


Bu  korkuluk kimi neden korkutmak için acaba gölün orta yerinde diye düşünürken, ağ atan balıkçıların  ağdaki balıklarını yemeye gelen kuşlara yapılmış olsa gerek diye düşünüyoruz sonra ...









Bu küçücük balıkçı köyünü gördüğümüz için mutlu ayrılıyoruz.İyi ki gelmişiz.Yıllardan sonra yeniden Bursanın içlerine doğru kısa bir an için kaybolmak üzere yola koyuluyoruz ...









21 Ağustos 2013 Çarşamba

MEZUN OLMAK


Burası öğrencilik yıllarımın geçmediği,izlerimin hiç olmadığı biryer,merkez kampüs... Diplomamı alel acele almak için buradayım ...Leyla benimle.Sabahakarşı çıktığımız yolculuğun yarıdan fazlasında uyusa da kesif bir can sıkıntısı hakim ruhunun her zerresinde.. Ama kampüsteki abartısız herkes neşelendi  bıdı bıdı bıdı sürekli konuşan,cüce sesiyle sorular sorup anında itiraz eden bu cimcimeyi Pazartesi sabahı,hem de kör saatlerinde uzuuuuun merdivenlerin başında '' Ben ineriimm! '' diye tepinirken görünce...
'' Bu gün de okulu bebekler sarmış,dışarda da bir bebek babasının kucağında '' diye diye  ve güle güle merdivenlerden çıkan, kafasına ait bütün tüylerin bembeyaz olduğu,sesinden babacan tınılar dökülen eli kolu kitaplı zannımca yılların öğretim üyesine '' O da benim '' deyiverince bu kez Snt. Claus tınıları saçılıveriyor  sanki merdivenlere ''hah hah haaaaaa '' diye ,minicik boncuklar gibi...

Evet,hepsi benim...

Malzeme budur...

Zaman zaman yaralarım zaman zaman da yara bantlarım bunlar işte benim...

Varoluş sebeplerim,ve ahhh her seferinde hem çok gülerek hem de içim sızlaya sızlaya idrak ederek hatırladığım,anne deyimimle '' ömür törpülerim ''

:)

...

Çok uzun yıllar geçtiği için kara kara devasa defterler açılıp kapanmakta...Leyla dürtüklemede her seferinde '' Anne ne zaman gidiceezz? '' Bir taraftan en kısa zamanı anlatan kelimeleri ardı ardına sıralarken bir taraftan aklımın kıyısındakiler :

Ya zaman aşımına uğradıysa,ya 2000 yılında mezun olanlarınki burada değilse artık? Vermiyorlarsa yıllardır almadığım için?

Az önce baştan sona taranan  kara derili defter gitmedi raftaki yerine, sorunca görevli hiç şaşırmadım, dün gibi aklımda pek çok çöp bilgim gibi:

9640032 numaram.

:)

Şurayı imzalayın der demez görevli,bana uzatılan sayfadaki suretlerle 13 yıl geçmişe gidiveriyorum.Piyanonun başına...

Arkadaşlarım orada...Hepsinde 15 yıl önceki tebessüm...

Tabii bu duygu selinin tam ortasında olsam da hemen bakmayı ihmal etmiyorum,kimler imzayı basıp alıvermiş diplomasını,kimler hala kapı duvar...

Elimde şimdi...

Mezun oldum...


Ve sanki biliyor musunuz, dün gibi...



19 Ağustos 2013 Pazartesi

AK DUVAKLI ULUDAĞ yine,yeniden...



'' Çarpan kalplerde sönmez bir ateşsin
  Üniversitem sen güneşe eşsin
  Ak duvaklı Uludağa kardeşsin
  Üniversitem sen güneşe eşsin ''

Bu marşı hatırlamam kaç defa söyledim yorgun ayaklarımın üstünde ama övünerek,sevinçle getirdim sonunu,gurur duydum  her defasında en son bunu söylemekten Uludağ Üniversitesi Korosuyla yılsonu konserlerinde,özel günlerde,milli bayramlarda...

Hesapladım 10 yıldan fazla olmuş,memleketimi,üniversite yıllarımın geçtiği,başımda kavak yellerinin estiği o  eşsiz zamanlarıma ev sahipliği yapan güzel Bursamı görmeyeli...
Diplomamı almamıştım hala,ne duruyorum dedim kendi kendime,,J de görmedi oraları.Çoluğu çocuğu toplayıp Bursa ya gitmeli!

Çarçabuk toparlanırız biz,bir gün yeter de artar bile pılı pırtıyı toplamaya,evet hazırız! Bursa ya gidiyoruz.Ama sanırım hazırlığın en yorucu bölümü gitmişken başka nereleri görmeli,J ye nereleri göstermeli,turist kıvamında yoğurup bir de sarhoş etmeli?

Rota hazır:

Görükle den diploma alınacaksa elzemdir Gölyazı...
Hazır oradayken başarabilirsek Soğanlı daki hayvanat bahçesi.Bebeler de mutlu olmalı...
Bu günlük yeter yarınki ziyaret şehir merkezinde olmalı,gözlerimin dolduğunu belli etmeden gezdirmeliyim J yi ve bebelere ''gözüme bişey kaçtı '' demeliyim itina ile  10 yıl önce umarsızca bıraktığım ayakizlerimi ararken Heykel de,Nalbantoğlunda,Altıparmakta,Burç pasajındaki Kökler de,Ülkü pastanesinde,Kafkasta,Yener ocakbaşında,kampüsün karşısındaki tükürük köftecisinde,Setbaşında,Mahfel de,Sönmez iş hanında :) Kozahan da...
Ertesi gün uzuuun bir gün olacak,sabahtan Cumalıkızık,sonra dağ,dönüş yolunda da Tirilye...

Umarım bebelerle bütün bu istediklerimi yapabiliriz...J biraz endişeli bu konuda...Sesi çıkmadığı zaman korkarım  ben ondan!

Bakalım başarabilecek miyiz?

İlk akşam bizi neredeyse tası tarağı toplayıp dönmeye mecbur bırakacak olan olay neydi?

Gezimizi tamamlayabildik mi?

Bu kısacık tatilin ayrıntıları...

Az sonraaaaa!!!...

:)






13 Ağustos 2013 Salı

DOKUNMAK




Hiç düşündünüz mü nedendir biryerlere gitme, kendini dışarlara atıverme ihtiyaçtır daral geldiği anlarda?

Dokunma isteğinden!
  
:)

Geçtiğimiz günler pek de rahat geçmedi benim bünyemde...Alıştım ve panik olmadım artık...Boru mu senelerdir aynı.Yalnız içimden geldiği gibi hareket etmek elzemdir böyle durumlarda,bunu da bildiğimden uzun zamandır su yüzü görmemiş bir kayığın suyla buluştuğu an gibi sakin ve fakat sabırsız süzülüverdim dışarı çoluğu çocuğu babayla bırakıp.
Normal bir ihitiyaçtan hallice birşey bu...Ne olsa tutamaz seni...Öyle çok şeye de ihtiyaç yoktur,sanıldığı gibi paraya falan...Yalnız kalınabilecek zamandır aslolan,ha bir de keyfe hitap eden '' şeyler ''

Çıktım...Kendimi ilkin bir kafede buldum.Aç fırlamıştım evden karnımı doyurmak ilk işti.Kahve bardağına dokunmak mestetti  beni...Sıcacık ve mat, donuk mavi renkli tam benim sevdiğim gibiydi...Çıktığımda rotam yarı değerli taşlardan yapılmış bir sürü takının boylu boyunca uzandığı  tezgahlar oldu,uzun uzun sevdim akikleri,firuzelerin hatrını sordum,mercanların boynu bükük kalmıştı başlarını okşadım...Satın almadım ama ohhh,ne mutlu oldum onlarla karşılaşmaktan...Deniz kıyısındaydı kendimi salıverdiğim yer,oturdum bir kaldırım taşına yanıma uzanan kediyi okşadım uzun uzun...Sonra başımı kaldırıp zakkumu sevdim.İğne uçlu yapraklarına ve hakkındaki ''zehirli'' söylencelerine rağmen ne güzel bir çiçek olduğunu fısıldadım kulağına...

Kitaplara hep az zaman ayırmaktan şikayet ederim, bu yüzdendir ne zaman dışarı çıksam soluğu hep bir kitapçının yanıbaşında alırım...Belki çok kitap satın almam her çıkışımda ama almak istediklerime dokunmuş olmak rahatlatır beni :) Alain de Botton kitaplarına dokundum uzun uzun...Bende olmayanlarına bir göz atıp Gündüz Vassaf la karşılaştım sonra...Şu anda bana okurken evlendiğim toy mu toy uçuşkan halimi hatırlatıp durup durup da geçmişe götürfüğünden midir bilmem çok iyi gelen Ye Dua et Sev i hala raflarda görüp selamlaştım...Eskiden lisedeyken okuldan kaçtığımızda,yakın oluşundan ötürü  şükran dolu bir kalple sahaflarda alırdık soluğu,sokağımızı paylaştığımız çocukluk arkadaşımla.Oranın kokusunu,kitaplara orada dokunmanın keyfi başka hiçbir yerle ölçülmez elbet.Şimdi D&R da bir kitaba dokunmak çatal bıçakla pizza yemeğe çalışmak gibi...

Neyse efendim çok severim çerçeveleri,mumları,şamdanları,mini mini bibloları...Girdim bir mağazaya ve patine boyalı eski gibi görünen o yepizyeni küçümen sehpaya dokunuverdim...Nasıl da pürüzsüzdü...Bir porselen baykuş heykelini uzun uzun elimde tuttum sonra hatırlayarak küçük Ahmeti... 
Seneler önce çok seneler önce piyano dersi verdiğim bir evin küçücük yakışıklısını kucağıma alıp sormuştum farkederek kardeşiyle tıpatıp aynı olan o porselen biblolarını nasıl ayırtettiklerini, sıkı sıkıya elinde tuttuğu boyalı biblosuna bakarak ''Benimki sıcak onunki soğuk!'' deyiverişini umarsızca, hatırlayıp gülümseyerek...

En son saten nevresimlerin,serin kıtır kıtır pikelerin salındığı bir mağazaydı durağım evimden önce...Onlara da dokunup usuldan,huzur içinde  evime döndüm.

:)

Şimdi yazarken bir başka şeyi de hatırladım,geçmişte çok ama çok sevdiğim bir arkadaşım delilik dehlizlerimizi birbirimize açarken '' Biliyomusun mesela otobüste gidiyorum ve o güne kadar görmediğim türden bir kumaştan yapılma bir mont giymiş birinin ne yapar eder kaza süsü vererek  montunun kumaşına dokunurum ben! '' dediğinde ohh benden beteri de varmış demiştim...

Ucundan az biraz sapkınlık  gibi mi gelmekte kulağa?

O zaman neden ansızın etrafımdaki insanlara baktığımızda bişeyleri ellerken görüyoruz boyuna onları?

İKEA da örneğin...Gidin herhangi bir bölüme ve bakın. 

İnsanlar çıldırmışcasına dokunuyor bişeylere...

Gençten uzun boylu  bir kadın ellerini üzerinde gezdiriyor onun olmasını istediği koltuğun.Şurdaki kısacık sarı saçlı teyze su bardaklarını eline alıp alıp bırakıyor.Mesela ben orada gördüm ''Alsam mı acaba bunu'' diye düşünen  o kel amcanın gözüne kestirdiği tuvalete dokunduğunu bir seferinde...

Çocukken babamın özellikle satın alacağı şeye uzuuuun uzun dokunup evirip çevirip, şöyle kıyısından köşesinden taptaplayıp tıktıklayıp alması hep güldürürdü bizi...Seneler sonra bile, yeni bişey alırken onu taklit eder güldürürüm bizim tekne kazıntısını...

Farkında olmadan yapıyoruz bunu...Ben söyleyince mi tuhaf oluyor?

 Misal çıktınız bugün...

Düşünsenize siz nelere dokundunuz farkına bile varmadan da ruhunuz huzur içinde şimdi ve elleriniz böyle ?

:)





2 Ağustos 2013 Cuma

AYŞEGÜL BOSTANDA



Yazacak kadar önemli değil belki.
Ama neden bilmem bunu yazmak istedim.
Akşama yemeğe misafirim var,J nin müstakbel patronu.
Sabahtan beri iki kere markete gitti,en son geldiğinde soğan al demeyi unuttuğumu anlamamla seğirtip ''Ben Gülizar dan alıveririm '' diyerek evden çıktım.Bizde alışveriş listeleri iki arada bir ederede J nin küçük bir kağıt parçasina çiziktirdiklerine benim mutfağa gidip gelirken ekleyiverdiklerimden oluştuğu için düzen müzen hakgetire! Çoğu zaman birkaç kez gidip gelme oluyor markete.
Neyse.
Bahçeye çıktım.
Yalnızım.
Teo uyuyor,öbürü okulda,bi tuhaflık var sallanıyorum sanki o yana bu yana yürürken.Bi boşluk bi ferahlık.
Bu bahçe benim  bahçem.Dolu dolu 1 yıl oldu.Ama en son evimin kapısından çıkıp dış kapıya yönelmeden  sola dönüp ormana doğru ilerleyip soldaki bu demir kapıyı en son ne zaman açtığımı daha da fenası şu açılmak bilmez ağır kapıyı nasıl açacağımı unutmuşum.

Zorluyorum...

Kabakuvvet...

Güller açmış iki yanda.Merdivenler yabancı,yürürken sendeliyorum.Sol taraf olduğu gibi J nin bostanı :) Arada gelip şikayet ede ede yabani otları yolup sebzelerinin boyunu ölçüyor :) Onları nezaman gördüm en son onu da hatırlamıyorum.Meyve ağaçları önümde eğiliyor sanki, dolu dolu dallar...Ama daha beklemeli...
O da ne bir kümes tavuk!
Bunları hele, hiç görmedim.Biraz daha ilerliyorum.Vallahi sanki başka bir yerdeyim.Oysa burası benim bahçem.Sorun bana en son ne zaman geldim' Hatırlamıyorum.
Şekilleri bizim pazardan aldıklarımızla uzaktan yakından alakası olmayan hoca sarığı şeklinde dilim dilim domatesler...İncecik başlayıp şişko biten şekli garip hıyarlar...Bunlar ne? Ben bunun ne olduğunu çıkaramadım.Doğal bunların hepsi ama,organik :)
Sonunda eve geldim.Gülizarın evine.Daha önce hiç Gülizar ın evine gelmedim.Taşındığımda çok hamileydim,sonra bebek,büyüt derken...Hem ben neden Gülizarın evine geleyim ki?
Kapı açık.Antrede perdeler hafiften uçuşmakta...İki katlı güzel bir kolye gibi dizmiş körpecik taze fasülyeleri.Bunlar taze fasülye mi diye bakarken beli bükük yaşlı teyze yeldirmesini ata ata kapıda beliriyor.Güneş tam tepede...sadece gölge o yüzden bana yüzü...
''Merhaba teyze,Gülizar yok mu ?'' diyorum.''Şeye gidiverdile  '' diye başlıyor,ardında usul usul devam ediyor ama hiçbir şey anlamıyorum.Yorgun gözlerini kırpıştırarak yüzüme bakmaya çalışıyor, bi taraftan da güneşi bir sinek gibi kovalamaya çalışarak...
''Teyze bana soğan lazım oldu var mıdır ?'' diyorum,
''Şeye koyuvimişle bak hele,burda sepetlere..'' Hışırtılardan sonra ovuşturarak ve gülümseyerek küçücük bir soğan çıkarıyor sepetten.Ben bolognez sosa  koymak için kocaman bir soğan hayal ederken Gülizarın bu küçük soğanını almak istemiyorum hem en son kalan soğan,ne ayıp!
'' Teyze ben almayayım,tek kalmış belki lazım da olur hem.Gideyim ben,selam söyle '' diyorum,arkamı dönüp yürümeye başlıyorum.
Bırakmıyor.
Arkamı döndüğümde soğanı mübarek ellerinin arasına almış dış kabuklarını soyduğunda ortaya bir mücevher çıkacağına inanmak ister gibi şevkle ve gülümseyerek kararmış kuru kabukları ovalaya ufalaya bana gösterip ''Bak kızım al sen şuncaazı,koyuverisin yemeağne,oluu  bu yavrum sen bakma böyle durduuna'' Diyor.
Çaresiz alıyorum minik soğanı ne yaparım ki diye düşünmeden.Almasam üzülecek eminim bundan.
''Kimlerdensin kızım sen nası girdin ya bu yana?''diye de EN SONUNDA :) soruyor.Kırpıştırdığı gözleri,bükük beli, ''son kalanını '' kim olduğunu bile bilmediği birine vermeye olan uğraşısı bana tanıdığım pek çok kimseyi çağrıştırıyor.Geçmişe gide gide eve dönüyorum.

Küçük soğanımı mutfak camımın önüne koyuyorum.

Bu soğana baktıkça gülümsüyorum.

En azından gün boyu.

:)