19 Ekim 2013 Cumartesi

rütbesiz asker : er



Bir  dadımız olduğundan bu yana, yavaştan yavaştan- her işte yaptığım gibi- etrafımdan duyduklarıma tıkadığım kulaklarımı açtığım zamanları  idrak etmedeyim yorgun,bıkkın ve hayli usanmış halde...
Zira kaç hatfa çalıştık ki şunun şurasında ve biz üçüncü dadımızın kulllandığı ağıza,üsluba,çocuklara olan bakış açısına,elinin lezzetine,becerilerine,ve ihtimal yalanlarına alışmaya çalışıyoruz.
Kendimden çok korktuğumdan-malum serde duygusallık ağır basıyor- "bebeğimi nasıl yad ellere bırakacağım" olayına kıyısından köçesinden hiç  bulaşmamaya çalışıtım.Bulaşırsam çıkamam,çıkamazsam da hiç bırakamam diye...
Bu yüzden tıkamıştım kulaklarımı, öyle çok,öyle çok hikaye duydum ki hepsini es geçtim.Kimdi bunu diyen? " Herşeye kulak asarsan asıl o zaman sağır olursun!" Hah,Mabel Matiz,iyi demiş.

Sağır olmamak için kendi tecrübelerimi edinmek,belki de pekçoğu şehir efsanesinden ibaret demelerle bozmamak için kalbimi kendi yoluma baktım.

Ben bunu daha önce de buralarda gündüzken gece olan yerine yurduna geri dönmek zorunda olan sevdiğimden ayrılırken de yapmıştım.Kendimi programlamıştım saat gibi en başından.Gitmesi gerektiğinde de gitmişti.İnanamamıştım delirmediğime!
Bunda da işe yaramasına inanamadım.Şaşkın ve mutluydum ilk günler."Bebeğimi birine,hem de pek tanımadığım-aslında bir dakika- hiç tanımadığım birine bırakabiliyorum,şükür" modundaydım.

İnsanlara kolayca güvenivermek kocamın da benim de hemencecik yapabildiğimiz bişeydir,benim görünürde hiç sorgulamadan,kocamın da içsel olarak sorgulaya sorgulaya da olsa :)

Bu konuda çok iyiyiz vesselam!

Evimiz malum koyu yeşilin içinde, deli gibi camlı  bir bahçe katı...Görüşmeye gelen  ( dadılık için elbet ) insanları ilk bahçe kapısından girişte görür,olur mu olmaz mı hemen karar verirdim ve içim içime sığmazdı olmaz bildiklerimle bu görüşmeyi 10 dk nasıl sürdürebilirim yüzüm gerçeği söylemeden...
Geçenlerde kuzen demişti, " Ne zor seçmek birini böyle bir iş için,eline ayağına,tırnaklarına,saçlarına,hasılı ip ucu alabileceği her yerine bakıyor insan nasıl da çaresizce"  diye...Sahi ne zor bir durum bu...Tarifsiz şeyler var ya,onlardan biri...Karar verse de verememiş oluyor insan aslında.Hiç bitimiyor ki içindeki muhakeme,usul usul içine düşen şüphe...

Bitmiyor ki bu  bir dinamik nihayetinde,bir kerelik bir olay da değil, yaptım bitti gitti oh diyesin.Her Allahın günü bambaşka şeylerle büyüyüp genişleyip ya tahammül edemeyeceğin bir canavara dönüşüyor ki son veriyorsun bu durumda, ya da görüp bilip idare ediyorsun.Susuyorsun." Başka biri " alternatifi öylesine büyüyor ve gözdağı veriyor ki aklının köşesinden hemencecik kovalayıveriyorsun eğer çok ciddi meseleleer değilse seni huzursuzlandıran.

Hasılı hiç rahat olamıyor için  sen ve bebeğin  varken o olmuyor,o ve bebek varken de sen olmuyorsun ki en kahredici yanı da bu!

Türlü türlü şeylere alışmaya çabalarken nasıl da zavallı  yakalayıveriyor insan kendini.Daha önce hiç bebeğini  severken söylemediğin kelimeleri ondan duyup aşina oluyorsun için acıya acıya..Bu hikayenin sonu nereye varır?
Böyle zamanlarda tası tarağı çalıştığın yerde bırakıp  eteklerini toplayıp koşa koşa eve dönmek istiyor insan hani Amerikan filmlerinin abartılı ama çok da sevdiğim sahnelerindendir: adam gidecektir herşey hazırdır ama ceketini bile almadan koşa koşa atlar uçaktan ve gelir.Ya da hatırlayın işte topu bile tanımayan çocuk o kurtarıcı son golü atar hani...
:)

Canım yavrum ilk dadısı tarafından PAŞALARIN PAŞASI olarak sevildi durdu  tam bir ay boyunca...Sonra gelen komik teyze ise TEOMAN ÇAVUŞ u uygun gördü onu hoplatıp babıl babıl güldürürken...Şimdilerde sessiz sedasız seviliyor yavrum.Bırakın terfi etmeyi git gide düşüşler içinde...

Ne diyelim,
en başı sağlıktı dimi?...


*fotoğraf: Melek A. Başpınar


16 Ekim 2013 Çarşamba

bitirdim... (delikızın bayramı III )



Merak eden herkesin bizzat gelip bugün yerinde görebilmesini öyle çok isterdim ki..

Zira  fotoğrafa bakmak,bir çocuğun resim defterine gözatmakla eşdeğer..İki dakikada çiziktirilmiş gibi,şirin, şakacı ve küçüm,nnacık.. Oysa meleklerimin boyları bir insan boyuna eşdeğer...Ayrıca duvarlar bomboş gibi görünüyor videoyu izlerken  hala, ama gelin görün ki salonda ziyaret ettiğinizde meleklerim ne yapmaya durduysalar onları yapıyor gibiler inanın kalabalık mı kalabalık...Ve kanatları parlak inci beyazı, ve her bir yıldız ( ki metrekareye düşen yıldız sayısı 10u geçer :)   ) simin dibine vurmuş  şakımakta...Ama bunlar da görünmüyor ki fotoğrafta...


İşte bitti sonunda...

Bugün çok sevdiğim bir arkadaşım da tuttu bir ucundan...Son gün olması hasebiyle bebeler de, J de,  ben de bitik durumdaydık.

En zoru bugündü...

Yorgunluktan bayılmak üzereyim.

İyi geceler diliyorum.

:)






15 Ekim 2013 Salı

anladım...( delikızın bayramı II )

Bu güzel bayram akşamı, mesela Yılmaz Erdoğanın o güzel şiiri gibi bişeyler yazabilmek isterdim bu başlıktan sonra...Ama yazıyor olduklarım öyle şiir gibi şeyler değil pek!

Tabii kendim kaşındım ama bu ikinci gün ve  J, ben ve çocuklar bırakın bayramı sanki  daha önce hiç bulunmadığımız bir şehrin hiç bilmediğimiz bir muhitinde - ne vakit biteceği belli olmayan  bir işe-  üstelik de müştemilatta kalmaya eyvallah demiş bir aile gibiyiz iki gündür! (yani bir okulda kalmadığımız kaldı aslında...)
Öyle sanatsal işler pek de güzelmişmiş, efendim Juliette Binoche nasıl da sarkmış da böyle büyülü müyülü enteresan şeyler görmüşmüş...

H İ K A Y E !!! 


Misal iki gündür eski kıyafetlerimle pek bir pejmürde gezinmedeyim gezinmesine ya özellikle bugün ellerim, hakkımda  " Kuaför mü yoksa boyacı mı? " diye iddiaya girmeye davet ediyorken zavallı ayacıklarım tüm gün üzerinde durmaktan ve debelenmekten bitap, onlardan da zavallı baldırlarım ise " Hadi, vaktidir artık uyumanın! " diyorlar...
Yanlış anlamalar sabahıydı bizim evde bayram sabahı. Bu sebepten bayram kahvaltımız inlerle cinlerin top oynadığı okulda, üstelik de kocamın sınıfında " inşaat ustası kahvaltı stili "  olan gazete üzeri haşlanmış yumurta ve arkadaşlarından mütevellit besleyici ve fakat  - annemler yok, e bayram da kutlayan yok- pek bir gariban hissettiren cinstendi...
İşbaşı yapana değin kapıdaki küçüminnacık kulübesinden güneşliii cıvıl cıvııııl bayram sabahına o kulübeden merhaba diyen, demek mecburiyetinde olan gece bekçisini düşündüm durdum.

Al sana farkındalık!

Ben bir işçiydim bu bayram. Üstelik de çoluk çocuk maaile çalışıyorduk. Pekçok kimseyi çok daha iyi anlayarak, yeni şeyler idrak ederek ilk iki günü geride bırakırken, yarın sabah " kocam beni kaçta çağırır ki? " yi düşünmenin eşiğinde ve neredeyse gitmeme kararı almanın da kıyısındayım.

Ama güzel haber:
Çok dua etmiştim Allahım utandırma diye...Boru mu Nobel okulları bu, üstelik de kocamın okulu. Kötü olursa naparım diye çok düşündüm başlamadan. Zira hayatta yeniden beyaza boyanmaz o koskoca duvar. Yani benim yapmaya gücüm yetmez.

Yaklaşık 20 metresini geride bıraktığım duvarım beş adet tuhaf suratlı, pek süslü melekle bezeli şimdi. Kız işi oldu...Pullar mullar...Simler mimler...

Böyle tak diye bitirip yatıyorum ben!

:)

İyi geceler...

14 Ekim 2013 Pazartesi

başladım... ( delikızın bayramı I )



Annemler yok.

Çoğu zaman annemler evde yoksa bayram bizim için bitmiştir.

Nokta.

Eskiden bayram demek sevinç demekti. Her çocuk gibi heyecan içinde uyanırdık bayram sabahlarına. Sonra ne oldu büyüyünce anlamıyorum. Sevmiyorum galiba artık bayramları eğer annemler de yoksa.

 Bayram artık  J ve bebelerle cici giysiler içinde anneanne ve dedelerini görmeye gitmek mi? Annemin yaptığı bayram yemekleri mi acaba...Yoksa çocukluğumdan tanıdığım herkesin aynı yerceğizlerinde sanki tuhaf bir büyüye kapılıp kalakalmış  gibi mıhlanıp oturduğu mahalleme gitmek mi? Yoksa farkında bile olmadan çocukluğuma mı dönüyorum da mutlu oluyorum orda bilmem ama işte annemler yoksa bayram mayram yok bizde...

Herkes biyerlerde...Face'de yazıyorlar ya " Şurdayız burdayız,  havuz yaptık deniz yaptık " kabilinden...Özeniyor insan.

Tatile de gitmek  yok hasılı...Ne yaparız ki bu boşlukta hem fazla para da harcamamalı diye düşünürken J yine altın bir fikir yumurtladı.

Okulu boyayalım mı?

:)

Olur,kömürünü de alalım atıveririz bodruma tastamam kışa hazır ediveririz okulunuzu demek istedim ama alttan alta biliyordum ne demek istediğini...Daha önceden çıtlatmış ve fakat güme gidivermişti sevimli konu Leyla nın lafa girmelerinden.

Kastettiği okulun bir duvarına resim yapmaktı.


The English Patient filmim benim...Canımm filmim...O güzel filmin hiç ama hiç unutmak istemediğim en güzel karelerinden biridir:
Ralph Fiennes e bakan güzeller güzeli Juliette  Binoche kısılı kaldığı eski kilisenin bahçesinde tanıştığı Hintli adamla yakınlaşır. Yakınlaşma anlarından birinde adam güzel hemşireyi yıkılmaya yüztutmuş kilisenin duvarlarındaki resimleri göstermek için özel yapım salıncak misali bir şeye bindirir eline de havai fişek tarzı bir ilkel aydınlatma verir. Salıncak salınıp resimlere yaklaştıkça, elinde yananın ışığında hayal gibi, sihir gibidir gördükleri kadının...
Bu filmi ilk kez  izlediğim günü, yeri, dün gibi hatırlıyorum ama oniki yıldan fazla olmuştur. Hatta belki de biraz ben katıştırmışımdır çok sevdiğimden, kafamda büyülü birkaç sahne de ben ekleyivermişimdir ya da yanlıştır bazı yerleri anımsadıklarımın diye düşündüm ama alel acele bu resmi buldum...Bu yalan değil. Bu filmi izledim ve sonra  hep duvarlara yapılmış resimler beni çok etkiledi. Sonra duvara resim yapmak da beni büyüledi, sonra duvara resim yapan da...

Evlendiğimiz yılın kışına yakın, can sıkıntısından mütevellit salonun orta yerine altın renkli, Tim Burton  ağaçlarına benzeyen kıvrık dallı bir ağaç çalışmış, sonuçtan da memnun kalmış, kendimle de gurur duymuş ve fakat çabuk sıkılmıştım. Bu dövme yaptıramamamın da yegane sebebi aslında.
O gün bu gündür en son devekuşu yumurtasından hallice taşları boyamamdır ellerime renklerin bulaşması...Sen dur dur, 30 metrelik duvara resim çiz de boya...Tabii önce ne çizmeli anaokulu duvarına? Buna cevap ver.

Çocukların odası sade bana göre...Öyle her telden Allah ne verdiyse Disney karakterleriymiş, ormanmış, hayvanmış ı-ıhh...Olmaz!

Karşıma çıkmasaydı o şeker karakterler yapmaya da başlamaz J yi üzerdim herhalde...Ama internette komik görünümlü, çirkince, ama çok da şirin melekleri görünce tamam dedim. Ben o kossssskoca duvara melekler çizmek istiyorum.

Çizdim...

Boyamaya da başladım...

İnsan ne tuhaf hissediyor merdivene çıka çıka, uzana uzana, eğile eğile, uğraşa uğraşa can verdiğinde bir karaktere...

Ellerime bulaşmış renklerim, ağrılı belim, kurumuş dilim damağım ve yüreciğimdeki heyecanımla bayrama hazır değilim ama bayram sevincimi yakaladım içimde biyerlerde...

Mutluyum biline...

:)

Rengarenk bayramlar olsun...


Resimler mi?

Azz sonra!

:)



9 Ekim 2013 Çarşamba

bu günlerde ben...




Her uyandığımız sabah eşsiz,biliyorum elbet  her günümüz hediye...Ama şu günler var ya şu günler...


Uyandığımızda ekseri gün doğmamış oluyor herşeyden önce.Bu sebeptendir ki Leyla önce salonda gezinip her daim açık olan pencere manzarasında dışarıya ait birşey göremeyince " Annecim daha gece,uyanmamıza da, okula gitmemize de gerek yok ki..." diye geveliyor da geveliyor.Uyandıktan sonra en geç 20 dk içinde de babasıyla  yola koyuluyorlar.

Bu günlerde ben düşünsem kırk yıl aklıma gelmeyecek rahatlıkta ormanın derinliğindeki evimden ayaza başımı uzatıp güne ilk " merhaba" dan sonra yemyeşilin içinde kıvrılarak kendi kafasına göre gidiyormuş gibi görünen yolda aklımdakilerle yürüyorum okuluma...

Öğretmeye...

Bu günlerde hayatımda hiç olmadığım kadar yakın oturuyorken işime,hiç olmadığım kadar da uzak yakaladım kendimi kendime.. Durmadan  konuşan iç sesim! Sana haksızlık etmek değil inan ki niyetim.Demek istediğim : kelimelerim,aklımdakiler,kalbimdekiler ve dilimdekiler öylesine farklıyken birbirinden,bu günlerde ben teselli eder buldum kendimi yeniden tekdüzeliği yakalamaya dair...

Ya buna ne demeli?


:)



fotoğraf: M.A.BAŞPINAR