30 Nisan 2013 Salı

ÇİLEK -miş gibi...


Bir arkadaşımın ninesi her sene bir meyvenin sezon açılışını yaparken,
'' Allahım, n'olur seneye de yiyeyim '' diye dua eder öyle yermiş... :)  Bunu duyduğumda çok gülmüştüm...

Bu senenin ilk çileğini  almış,özenle tabağıma koymuş tam ağzıma atacakken o nine geldi aklıma, bilmem çocuklardan sonra bilinçaltımda ufaktan gelişen uzun  yaşama kaygısı ,bilmem çileği özlemiş olmanın verdiği  bir baştan çıkmışlık duygusuyla ben de deyiverdim ''Allahım n'olur seneye de yiyeyim! ''

Her yıl-ayıptır söylemesi damağıma da güvenirim hani- özellikle sezon açılışını yaparken bir meyvenin, çocukluğumun tadını alacağım umuduyla ağzım kamaşıp yedikten sonra da  hüsranla popomun üstüne oturmaktan, o eski tadı alamamaktan usandım artık..
Yediğim herşey sanal ortamda '' -mış gibi üretim'' sanki...Görüntü muhteşem çoğu zaman ama, tat yok!
 Artık doğal üretim pek az olduğundan, yok efendim turfandaymış, seraymış, fenni gübreymiş düşünmeye başladığım zaman çıldırayazıp '' E ne yicez biz????'' e kadar geldiğim gerek monologlar, gerek uygun bi arkadaş bulup geçmiş yadedilerek yapılan çıkarımlar bir yana,çocukluğumun ''dedemin bahçesi kreasyonu'' dışında, otuzlu yaşlarımda ilk kez kendi yetiştirdiğimiz organik ürünlerde de aynı şeyi hissedince ( evet azzzııcıkkk fark var ama) bi uzay gemisi yapıp kaçmak geldi  içimden,  kakalarını yaparak yuvayı kirleten yavru kuşların ''Annecim başka bi yuvaya geçelim,bu yuva kakalı '' demeleri misali...

Üzerine bir de yedirilmesi içirilmesi gereken bir bebesi  olunca (halihazırda arkadan gelen 2 nümeronun  manevi baskısı da cabası ) insan ister istemez bu saçma döngüyü yaşıyor...

Ne yaptık biz dünyaya ?...

Neden bu hale geldi herşey ? 

Ve en kötüsü nasıl da alışıyoruz aslında yavaş yavaş bu yavanlığa...

Çocukken Pazar sabahları babaannemin elinden tutar,sıcak bastırmadan serin serin ekşi peynir kokan pazarda,'' buuuuuz giiibiii soooouuk suudan içeeeeenn!'' diye hep aynı tonda bağırarak yıllarca su satan sucu çocuğun sesi fonunda Çanakkale domatesi aramaya giderdik.Öyle ilk karşımıza çıkan tezgahtan değil!Sabahın köründe sessiz bir toptancı halinde dolaşan heyecanlı  bir gurme edasında  tezgahları süze süze, hatta bazen de dokuna koklaya özenle seçerdi rahmetli sevdiği domatesleri...O domatesi kesekağıtlarına koyarlardı pazarcı amcalar da eve getirirken kucaktaki kesekağıdından yayılırdı kokusu...bayrak kırmızısı nefis domatesin lezzeti 25 yıl sonra hala dilimin ucunda, kokusu burnumda ve  her yıl biraz daha eksilen tadıyla şimdiki yediğim domates değil artık, bundan eminim! Başka birşey onlar...

Evsahibi amcaya sora sora , Gülizarı  bezdire bezdire sonunda alt bahçedeki minik tarlamıza ekim yapma zamanı geldi çattı  :)
Yarın toprakla haşır neşir olma günü,çoluk çocuk toprakla oynama , kazma, fide ekme, sulama günü...Taşındığımızdan beri fidan sayıklayan kocacığımın performansını merak ediyorum zira bahçıvandan  kürek temin etti, sulama sistemini öğrendi...Herşeyi kendi başarmak istiyor.
Dün Gülizar '' Ha bu ellerünün arasu acuk nasurlaasun, şişecee,yara gabuk bağlayacaa ki ağnayasun nasu da gıymetlü ha bu yaptuğun ettüğün...''
dediğinde yüzü gülüyordu beyimin ama, yarın akşam hali nice olur meraktayım...Bu sene çocukluğumun tatlarına niyet ettim,o güzellikte bir hasat diliyorum bize :)


ya sizin özlediğiniz tatlar ?







24 Nisan 2013 Çarşamba

NE OLUR ALDANMAYIN!... ( ZOO 1 )



J de ben de hayvanları çok sevdiğimizden, Singapurda balayındayken  hep planlarımız arasında yeralmıştı hayvanat bahçelerini gezmek..

Büyülenmiştik.

En nihayetinde hayvanların doğal ortamlarından uzaklaştırıldığının farkındaydık ama öylesine iyi görünüyordu ki herşey,onlar için mutlu bile olmuştuk gezerken..
Çocukluğumun Gülhane Parkından, yetişkinliğimin Darıca Hayvanat Bahçesinden  sonra aradaki fark bünyede sarsıntıya neden olmuştu tabii..O gazla da denizayılarının afternoon partisinden penguenlerin yaz şenliklerine koşturduğumuz yeni  bir eğlence kapısı yaratmakla kalmayıp, utanarak itiraf ediyorum : gezinin son ayağı olan  Tayland Chang Mai de onlarca İtalyan, İspanyol Fransız turist  ile dakikalarca sırada bekleşip,hatırı sayılır bir de para ödeyip Bengal kaplanının kafesine destursuz girip,boynuna dolanıp '' resim çekinmişliğimiz  '' bile var..

Biz döndükten nice sonra, İz TV de Savaş Karakaş ın yunuslarla ilgili belgesellerini izledikten sonra açıldı Türkiye de dolphinariumlar...Ama o belgeselleri izledikten sonra bir daha  hayvan gösterilerine gitmemeyi prensip edindik.Haftasonu bir gazetenin ekinde bu konuyla ilgili yazıyı okuyunca '' Ben bunu blogda da yazmalıyım '' diye düşündüm, zira ortada koskoca bir yalan var!

Onlar göz göre göre, hazin bir ölüme gidiyorlar.Hem de işkence içinde, yavaş yavaş.
Yazıya göre ABD deniz kuvvetlerinin Rusya ile soğuk savaş sırasında deniz altında mayın bulmaları için eğittiği yunuslara karşılık,Rusya da böyle bir çaba içine giriyor ve fakat sonlandırmaktan vazgeçince yunuslar Karadenize salıveriliyor,eğitmenleri de işsiz kaldıklarından  Ortadoğu ülkelerine şarlatanlık yapmaya geliyorlar.Otistik çocuklara yunus terapisi safsatasını uydurup güzel paralarla işe koyuluyorlar.
Bir tarafta korkunç şartlar altında doğal ortamlarından alınarak havuzlara tıkılan,pislik içinde yaşamaya mahkum bırakılan, mutsuz,huzursuz yaşam savaşı verirken terapi yaptıkları iddia edilen yunuslar,diğer tarafta evladı için canını vermeye hazır,bir nebze olsun iyileşme belirtisi görmeye muhtaç, varını yoğunu ortaya koyan aileler...Bu ortamlarda  faydalanmak şöyle dursun sağlığı tehtid eden koşulların kolgezdiğini belirten uzmanlar yeterli bilgilendirme olmadığından bu terapilerin çok da revaçta olmalarından şikayetçi...

Aslında Türkiye Bern Sözleşmesi imzalayan ülkeler arasındaymış.Bu sözleşmeye göre Türkiye de yunusların esaret altında tutulması,ticari meta olarak kullanılması yasakmış ama Türkiye de 2007 yılında çeşitli ortamlarda tam 27 yunus  yakalanmış da kınama cezası verilmesine rağmen şu meşhur havuzlarda zoraki gösterilerine başlatılmışlar bile...

Eğer doğal ortamlarında,yunus uzmanları eşliğinde, güvenli bir mesafeden bu eşsiz canlıları gözlemlemek isterseniz TÜDAV ın ( Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı ) düzenlediği bu gezilerle ilgili ayrıntılara  http://www.tudav.org   adresinden  ulaşabilirsiniz.

Eskiden ne zaman masmavi sularda, bir yunusla asker arkadaşı gibi sarmaş dolaş fotoğraf çektirmiş birini görsem gıpta eder, onun yerinde olmak isterdim..Şimdi bilakis, mutsuzluktan ölse bile yüzü gülümser görünmeye muktedir, son derece akıllı, yetenekli bu kadim dostlara hıyanet ettiğimizi düşünüp kederleniyorum...

Eğer içinizden o güleç yüzlü canlılara daha yakından bakmak,çoluğu çocuğu alıp bir yunus gösterisine gitmek gibi düşünceler geçmekteyse ne olur, satın alındıkları ülkelerden günler süren uzun uçuşlar sırasında  tabut büyüklüğündeki su dolu sandıklarda ölüme getirildiklerini,hepsinin duygusal olarak zaten hasta olduğunu,pek çoğunun intihar girişiminde bulunduğunu,taşıma sırasındaki dikkatsizlik ve umursamazlıklardan yaralandıklarını, yollarda telef olduklarını,-mutsuz olan nasıl faydalı olabilir ki? - terapinin falan hikaye olduğunu aklınızdan çıkarmayın...


YUNUS GÖSTERİLERİNE GİTMEYİN,ÇOCUKLARINIZI GÖTÜRMEYİN.









22 Nisan 2013 Pazartesi

ALTIN DİŞLİ KAMYONCU AMCA

İyi haftalar..

Haftasonu, daha önce bir yerden bir yere eşyamızı götürmeye yardım eden altın dişli kamyoncu amca konuk oldu yine hayatımıza...Bile bile lades dedik ama, J :
''Ben onu çok seviyorum, kendi dünyasında çok mutlu ve pozitif bi amca o! '' demesiyle kikirdeyerek aradım.Moda dan koltuk getiricez,var mısın? diye...

'' Hee geleyim, hemen mi çıkçaz? '' diye sordu..
'' Pazar Pazar trafiğe kalmayalım,hemen çıkalım..Moda iskelesini biliyor musun? '' dedim.
''Bilmiyom ben oraları , siz çıkın ,kavuşurum ben size '' dedi.Orası mı, burası mı, Saracoğlu stadının orada bekleyelim bari  seni dedik..Biz gittik...Park ettik... Ama o kadar eminiz ki, sakın Kadıköy den gelme, trafiğe kalırsın diye tembihlememize rağmen kim bilir bu başına buyruk altın dişli kamyoncu amca nerelerden gelmeye kalkışacaktı..10 dk....20 dk...Leyla mızır mızır..Teo ağlamaya başladı..Araba gitmeyince en rahatsız olanlar çocuk taifesi olduğundan moraller nasıl bozuk arabada,anlatamam..Neyse aradım amcayı yahu nerdesin diye,

'' Ben boğanın ordayım,gelemiyom '' demez mi?

J ye söyledim,Allahım güler misin ağlar mısın.. ''Ben dedim merkezden gelmeye çalışıcak '' diyor..Bi taraftan da,''Çocuklar perişan, uyumaya çalışıyorlar ama sen gelmeden de ayrılamıyoruz buradan, biraz acele et! '' diyorum.
''Tamam, önemli diiilll.. ''demez mi? :)))) sanki ben özür falan dilemişim kusura bakmayın çocuklar da gürültü yapıyor baabında :)
Bir onbeş dk daha amcaya yer tarif ettik ama, bu arada bardaktan boşanırcasına yağmur başlamasın mı?

Nerdesin sorularıma '' Bi tane OPET benzinci var benzinci,,hah onun ta butarafındayım '' gibi abuk subuk tariflerle yanıt veriyor..Allahım,kayboldu adam..Öyle böyle derken bari Moda İlkolkulunu sorun birine dememle camı açtı ve ağzını telefonundan bir milim bile ayırmadan '' Müdüüüör!! müdüüüüöörr..Yav kaybolduk,bu okul varmış Kadıköy İlkokulu'' demez mi? Nasıl bağırıyorum, Modaaaaa Modaaaaaa diye,neyse ki duyuyor da'' heh Modaymış yav! '' diyor..Güç bela ( bilen bilir) duramadığımız Moda meydanında nerdeyse 1 saat dönendikten sonra bi bakıyoruz İlkokulun önünde kamyonetinden inmiş otuziki dişiyle sırıtan ( biri altın) bizim şoför..
Sanki kaybolan bizmişiz de güç bela bizi bulmuş gibi nasıl sevinçli ve gururlu :) J nin nefes almak için araladığı camdan elini ite ite sokarak tokalaşmaya çalışırken bi taraftan da çocuklara vay maşşallaa yı çakıyor.. :) O kadar mutlu ki...Sanki yağmur yağmıyor, bir saatten fazladır buluşmaya çalışmadık, biz onun torunlarıyız ve aylardır görüşmedik..Manzara bu amcanın penceresinden :)

Neyse ki yüklemeyi tamamladıktan sonra yağmur umarsızca yağmaya devam ederken ayrıldığımızda ikimizin de gözlerinden okunan '' İnşallah kamyoneti sağ salim Çekmeköy e getirebilir '' kaygımız gerçeğe dönüşmeden evimize kadar getiriyor da bir dahaki sefer için hak kazanıyor..

:)


15 Nisan 2013 Pazartesi

DERSİMİZ : DİLBİLGİSİ

Pazar kahvaltımızda konu döndü dolaştı,ev sahibimizin bize ayırdığı alanda organik tarıma ne zaman başlayabileceğimize,İngiltere den şevkle getirdiğimiz tohumlarımızı ne zaman ekebileceğimize geldi..Ben çocuk bezle, temizlik yap, birini okula götür, birini evde oyala, yemek yap curcunasında pek heveslisi bile sayılmam ama J bu konuda uçmuş durumda... '' He! '' deseler hemen çizmelerini kuşanıp ve  dahi Leyloşa kuşandırıp tohumlarıyla, kovasını & küreğini kaptığı gibi  bahçenin yolunu tutacak..Ama ev sahibi amca yaşlı,bi dediği bi dediğini tumuyor..Karmakırışık cümlelerle, gereksiz tekrarlarla canım kocacığımın başını döndürüyor.Ne zaman kendine güvenle, bir konuda konuşmaya gitse, ne bahçıvan Gülizar ne ev sahibi amcayla yaptığı konuşmadan hiçbir şey anlamıyor, kafası karmakarışık ve eli boş,boynu bükük geri dönüyor ki  bu durum beni hem güldürüyor hem de çok üzüyor ..

Çok enteresan ama 10 yıldır burada olmasına ve onunla konuşmaya başlayan herkesi Türkçesine hayran bırakmasına rağmen yurdum dilinin  öyle çeşit aksanı,ağzı var ki, onu bi şekilde buluyorlar işte..

Ama daha da enteresanı 28 aylık kızım, J nin anlayamadığı yerlerde ondan başarılı mı ne? Bir de bu başarısına geçen gün sehpanın  üzerine çıkıp da pancereyi açmaya kalkıştığında bunun zor olduğunu söylediğimde deneyip yapamayıp  cevap olarak da ;

'' Yeah mamii, it' s zormuştu... '' diye cevap verince anladım ki ara sıra devreler karışıyor ve İngilizce, Türkçe ve Gülizarca bir arada ortaya karışık oluveriyor..

:)

Kahvaltıda sözü geçen fidanlara öyle güldüm ki, burada da anlatayım,unutmayayım istedim.
...

 ''Konuştum amcayla, tohumları seraya ekip nasıl fidan haline getireceksin, Gülizar a sor  o anlatır dedi, ben de sordum ama hiç bişey anlamadım '' dedi j.
''Ne dedi Gülizar? ''dedim,
'' Fidanları sglşn  bsdşlf gnğ, pwrey   aşslfdvasfdş  fidandan fidana  pqwrpk fifdşkdan  fidanın kafoeab fidanlar  ldvblşdgb  fidadi ena lfxb  fidan mı kalır ?  dedi  ''dedi...Gözümden yaş geldi gülerken..
...

Bir keresinde de bizzat şahit olmuş,gülerken sesimin çıkmasına engel olmuş ama göbeğimin oynamasına mani olamamıştım..
Olay şöyle gelişmişti :
Gülizar : Nağpıyoğuz??
j: ?!!?
Gülizar: İymisiğn,hoşgeldiğn..
J: Saol, iyiyim sen?
Gülizar : iyi, nedek,gurmuşuğn yılbaşı çiçeağni? ( christmas tree den bahsediyor :)))
J:  Efendim?
Gülizar : Ne güzel olmuş, ışığınan da donatmışığn! :)
J: Ha, evet teşekkürler ( !??'( içeri kaçış))

....teşekkürler güzel de, anlamadı :))  bkz aynı durumda Leylaya:

Gülizar: Neediyon Leylaaaa?
Leyla : Hee?
Gülizar : İymisinğn?
Leyla : İyiyim ben.
Gülizar : Odağnı doplaştudunmu?
Leyla : Heee?
Gülizar :Odağnı diyem,yardum idiyoğnu anneğe?
Leyla : Heee, ettim ben. Anneeee!!

:))

Görüldüğü üzere Leyla diyalogları kotarmakla kalmıyor,yeni türetiği kelimeleriyle yeni deneylere kalkışıyor..Bence benim kızım dil yeteneği ile doğmuş,cevheri sonradan anlaşılacak  :))

Bana öyle geliyor...Hatta yeni bir dil bile icat edebilir...






12 Nisan 2013 Cuma

JULIE & JULIA

Küçük kızımızı -ha geldi ha gelecek- tetikte beklediğimiz son gunlerdi çok iyi hatırlıyorum..Julie and Julia filmini DVD rafında  görünce ''Tamam, işte bu! '' diye sevinçle el çırptığımı ve kız filmlerine bayılan kocamın da benimle aynı fikirde olduğunu anımsıyorum ..

Böylelikle,ilk başlarda şen şakrak başlayan film seansımız 45 dk içninde benim mızlanmalarımla sekteye uğramış,birinci saatin sonuna doğru filmi izleyememekten gözyaşlarıma sahne olmuş,ne oturabiliyorum,ne uzanabiliyorum ne yatarak izleyebiliyorum imkansızlığında kapatılıp ertesi gün kalan bölümü tamamlandığından da,kızım için-gelecekte ona verilmek üzere- hazırladığım kutuda izlenememe imkansızlığından,ama asıl muhteviyatından ötürü  haklı yerini almıştı...

 Bu gün T.V.yi karıştırırken filme rastlamak beni  heyecanlandırdı..Ben de oturdum yeniden izledim..
 


İyi ki de izlemişim..Son yıllarda eskiden olduğu gibi filmlerim güzelliklerini,an itibarıyla bana kattıklarını  pırıl pırıl, net hatırlayamıyorum..
Eskiden yaptığım, -karakteri içselleştirmek-olayı  meğer ne unutulmaz kareler ekleyerek beni bambaşka yerlere taşıyormuş küçücük dünyamda da benim haberim yokmuş.. :)

Ben öyle filmden çok anlamam..Beğenilerim sığ bile sayılabilir..Bünyede duygusallık had safhada olduğundan kız filmleri diye tabir etmeyi çok sevdiğim romantik komedilere,yaşamımda kapılar aralayacak güzel bakış açıları oluşturacak replikler içeren filmlere bayılırım..Ha bir de Provence sitili barındıran,ya da Toscana da geçen yaz filmlerine biter,mutlaka filmden sonra evde birşeylerin  yeri değiştirir ya da  yeni şeyler eklerim :)

Bu film de bana göre hem görsel açıdan sıcacık hem de içeriği etkileyici..



Film, zaman ve mekan olarak ayrı olsa bile hayatları iç içe geçen iki kadını, tutku ve cesaretle hiçbir şeyin imkansız olmadığını anlatıyor..Bu arada hayatları da yemek yapmak sayesinde iç içe geçiyor ve genç olan aynı zamanda bir blogger..

Meryl Streep ve Amy Adams ın başrollerini paylaştığı filmde tek hoşlanmadığım şey, Merly Streep in  o garip ses tonu :) ve bir de Julie nin kocasının o kadar destek verirken birden bire evi terketmesiydi sanırım..kızcağız bunu haketmemişti .. ( Rahmetli babaannemin yorumu gibi oldu bu biraz.. :))

Hoşuma gidenlerse, Amy Adams ın canlandırdığı Julie karakterinin o küçücük sevimli dairesinde ,olumsuzluklarala  rağmen  Julia nın yemek kitabındaki yemekleri tutkuyla tek tek denemesi,blog olayını kafasında oturttuğu yeri benim yere çok benzetip onu hemen çok sevmem, birini çok çabuk  idolleştirecek kadar saf kalpli olduğunu keşfettiğim sahnede  onu  daha da  kendime benzetip kikirdemem,yemek yapmayı seven herkesin evinde mutlaka havan olmalı cümlesi (ve havanım var mı? yok..) bi havana özenmemin J yi güldürmesi..Son olarak da Julie nin tarifleri bitirdiğinde verdiği yemek davetinde arkadaşlarının önünde eşine şu cümleleri sarfedip beni kıskandırması :

'' Butter to my bread, breath to my life.. ''
  '' Ekmeğime yağ, hayatıma nefes...''

off ...

Yemek yapmayı sevenlerin özellikle beğeneceğini düşündüğüm filmin dili ve durup hayata baktığı yer de çok hoş..Bezgin bi günde toparlanıp gülümsemek için iyi seçim olur nacizane fikrim..


o zaman gelsin fragman!


                         

4 Nisan 2013 Perşembe

" THANKS GOD BOARD " :)

4 Nisan 2013

Size de olur mu?

Bişeyler  düzenli aralıklarla aklınızı  kurcalar,'' Aaaa iyi fikir '' ya da içeriğine göre ''Tamam,bunu gerçekleştirmem lazım ''  türünden  iç sesler yankılanır  durur kafanızda..Ama bir türlü o doğru zaman gerçekleşmez ve harekete geçemezsiniz...

Nicedir böyle hissediyorum..Aslında uzun zamandan beri  bunu yaşıyordum ama çocuklardan sonra daha sık ''zamansızlık'' yaşamaya başladım..

İçime gömülüp evime kapanmaya başladıkça hayat şartlarından ötürü (bebekli hayat şartları demek en uygunu aslında :) )içime yönelmeye gayret etmekteydim..Bu beni daha dayanıklı,mutlu,sabırlı ve pozitif yapmaktaydı çünkü..Elimden geldiğince beni içime döndürecek,bana ayna tutacak,tabiri caizse kendi kodlarımı gün ışığına çıkarmamı sağlayacak yayınlar okumaya,boş zamanlarımı, köşe bucak içimi  temizlemeye vermiştim nicedir..

Gördüm ki pekçok kelime dolaşıyor etrafta ''farkındalık'' ''içselleştirme'' ''kişisel gelişim'' bunların hiçbirine takılmadan,ruhum ne istiyorsa, bulduğum ilgimi çeken ne varsa okuyup anlamaya,üzerinde düşünmeye çalışıyorum..Bazen çatışıyor anlayabildiklerim,bazen anlayamıyorum bile.. :) Ama yılmadan ''ortak olan şeyleri bulmaya '' adadım kendimi..

Ne varsa ayrıntıda var derler ya..

Bir de tesadüflere inanmam..Herşeyin bi doğru zamanı var sanki...Olması gereken, olması gerektiği gibi oluyor..

Lafı çok uzattım, farkettim ki ( önce nasıl oluyorsa bu kez ''ben'' farkettim :)) bana verilen çok güzel şeyler var...

Bir düşünün, size hep çok ama çooook güzel şeyler veren, hem de sizin istediğiniz ya da modern tabirle vizyonladığınız,belki de dile bile getirmeden henüz kalbinizden geçirirken  '' P A T !!! ''  diye önünüze koyuveren birine hiç teşekkür etmediğinizi...Ama onun hala getirip getirip güzellikleri önünüze koyduğunu...

Şükürün çoğalttığını ilk öğrendiğim yer- 21 yaşımda -çalıştığım okulumdu..O kazık yaşa gelene kadar annem babam  şükrederken tanık olur,bazı dileklerim gerçekleştiğinde de teşekkür ederdim..Bilinçsizce...Sonra herşeyden bağımsız ,her düşünceye, görüşe ait,okuduğum kitaplar fısıldadı kulağıma..Ne hazindir ki,yıllar yılları kovaladı ben kıvam alana dek :)

Ben sadece teşekkür etmek istiyorum şimdi...Çoğalsında geri gelsin, aman daha da güzelleri gelsin değil derdim...Benim için bunları hazırlayana,kıymetini bileceğimi umup heyecan içinde kapıma bırakana..Teşekkür etmek istiyorum..İçimden yapıyorum da...Görmeyi pek seven biri olarak bunu  madden karşımda görmekti niyetim.İşte en başında anlatmak isteyip de lafı dolandırdığım şey bu !

J ye anlatırsam '' hıııııııı   hııııııı'' der geçer diye düşünmüştüm..Erkek nihayetinde, benim çocukça heveslerime gülümser ve sevinir olsa olsa ...

''Ben bir ''  THANKS GOD BOARD  '' yapmak istiyorum  şöyle göz önünde biyere..Üzerine,teşekkür notlarımı asıcam'' dedim geçenlerde bir gün..

'' Thank you god olur o yaw, ama yoooo olur :) bu çok daha samimi....Nereye?  dedi .. :)

''Mutfağaaaaa?!'' dedim...

...

 Üzerinden belki aylar geçti...Hep aklımda,hep'' yarın yaparım''lar...İki gün önce,Eminönü ne giderken ıvır zıvır almaya,
'' Panonu da al bari !! '' diye arkamdan seslenmesiyle karı koca kollektif bir şekilde ancak gerçekleştirebildik yapmak istediğimi...

Dün ona güzel ve merkezi bir yer ayarlayıp kendimce bir düzenleme de yaptım...




Üzerine de utangaç bir not kağıdı asmıştım içimi sevinçle kaplamaya yetmişti ama..Yatarken bir baktım benim not kağıtları ele geçirilip ufak çapta bir arbede yaratılmış panonun üzerinde...J böyle giderse bana yer bile bırakmaz :))))

Ne güzel!! Amma da çokmuş meğer teşekkür edeceklerimiz..:))))

Bu sabah kahvemi alırken panomla karşılaşmak beni gülümsetti..


 Hiç düşündünüz mü,sizi bu günlerde mutlu eden şey ne?












3 Nisan 2013 Çarşamba

Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor



Sanat, tıp ve iş dünyası, kalp hastası çocuklar için el ele veriyor. Ünlü ressam Renée Niklan’ın 17 eseri, 10-14 Nisan tarihlerinde Ekavart Gallery’de sergileniyor. Ekavart Gallery nerede diyenlere, işte adres:  The Ritz-Carlton Hotel, Süzer Plaza, No: 15, Gümüşsuyu-İstanbul. Sergi, çarşamba-cuma günleri 11.00-18.30, cumartesi günü ise 12.00-18.30 saatleri arasında gezilebilir.

Bu serginin diğerlerinden farkı ne derseniz, salt bir resim sergisi olmanın ötesinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Sergideki eserlerin satışından elde edilecek gelirin tamamı, gelişmekte olan ülkelerde doğuştan ya da sonradan kalp hastası olan çocukların tedavi edilmesi için kullanılacak. Tedavileri, bu işe gönül vermiş bir avuç tıp insanının kurduğu Herkes İçin Kalp Derneği (www.cptg.ch) gerçekleştirecek. Dernek, modern tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanamayan bu çocukların İsviçre’de ya da kendi ülkelerinde ücretsiz tedavi olmalarını sağlıyor.

Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde her yıl yaklaşık 2 milyon çocuk kalp bozukluklarıyla doğuyor ve bu çocukların yarısı maddi kaynak veya sağlık sektöründeki insan kaynağı yetersizliği nedeniyle ilk iki yıl içinde yaşamını yitiriyor. Bu ülkelerde açık kalp ameliyatı olmayı bekleyen çocukların sayısı ise 8 milyonu buluyor.

Herkes İçin Kalp Derneği’nin kurucusu Ord. Prof. Dr. Afksendiyos Kalangos. Kalangos, iki kez Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilmiş bir kalp cerrahı. Bu alanda 14 ayrı teknik geliştirmiş. Son 100 yılın en iyi cerrahlarından biri olarak tanınıyor. Ayrıca, dünyanın en prestijli tıp ödüllerinden Fransız Tıp Akademisi Ödülü’ne sahip.


Sergi, Alvimedica’nın sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Alvimedica Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Alaton, hayır amaçlı bu tür etkinliklere özel önem veriyor ve Herkes İçin Kalp Derneği’ni yürekten destekliyor.

Niklan’ın mutluluk, umut ve sevgi mesajları içeren eserlerinden oluşan  “Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor” temalı sergisini mutlaka görün. Gidemem diyorsanız, sergiyi Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu www.ekavart.tv’de de izleyebilirsiniz. Resimler, yüreğinizi ısıtacak…

Hem dernek hem de sergi hakkında şuradan bilgi alabilirsiniz: http://alvimedica.com/hearts-for-all/tr/

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

1 Nisan 2013 Pazartesi

GİDELİM GÖKSU' YA BİR ALEM-İ AB EYLEYELİM

1 Nisan 2013

Günaydın millet :)))

Haftasonu itibarı ile hava sıcaklığının tavan yapması ailemiz üyelerinin bünyeleri üzerinde farklı etkilere yolaçtı..Örneğin bende evin sinekliklerinin tammmm da zamanında yenilenmiş olmasının verdiği müthiş duygu ile evin büttüüüünnn camlarını açıp bahçedeki kır çiçeklerinin,ormanın kokusunu içime doldurma vaktinin geri gelişi ile sırıtık bir yüz ifadesi mevcutken J de aceleci bir çocuk edasıyla  t-shirtlerini,şortlarını ve dahi sandaletlerini kuşanıp (bkz. tipik  yurdum sınırları içinde zemheri ayında bile böyle dolaşan turist davranışı ) sabah 08.30 itibarı ile evden özel dersine çıkış o çıkış, tüm haftasonu kısa pantolonlu park çocuğu havasındaydı..Çocuklar dersek Leyloş haftasonu içeri girmeksizin bahçede yer yer tepindi,bir ara '' tohumlar fidana'' modunda çiçek ve tohum ekti,suladı...gezdik eğlendik çok şükür... :)))

Bu Pazar günü, taşındığımız sahil şeridinin çok zaman yaptığı gibi bizi  kendine kendine çekişi üzerine bir Anadolu Hisarı yapalım,çoluk çocuk çimlere yayılıp balık&ekmek yiyelim,kasra kadar yürüyelim dedik..İyi de etmişiz..Çengelköy 'de otururken her bulduğumuz fırsatta giderdik Göksu deresinin kenarındaki  tır restoranına ( kır değil  efemm tır ..) ve karşıda  konuşlanmış balıkçı restoranlarına..

Eğer çok nazenin değilseniz,hijyen konusunda köşeli belli başlı kalıplarınız yoksa, soğuk denizlerden gelen,halk arasında ''buzlu balık ''olarak da bilinen  ızgara Uskumru yu ekmek arası mıdeye indirmeye hevesli iseniz  derenin kenarındaki bu tır restoranı tammm da size göre..Biz 3-4 yıldır karı-koca,son 1 yıldır da  çoluk çocuk yiyoruz hiç zararını görmedik şimdiye dek :)

Bana uymaz derseniz hemen karşıya geçip derenin denize döküldüğü yerdeki bana hep- nedendir bilmem - Assos Limanını anımsatan  balıkçı restoranlarında
şansınızı deneyebilirsiniz..Havanın çok çok çok güzel olduğu ilk Pazar günü olduğu için hep yaptığımız gibi dönüşte yol kenarındaki yeni yeni açmaya başlamış çiçekleriyle çocuklarla gezilebilecek yerlerden bizim tercihlerimiz arasında yer alan peysaj bahçelerine,çiçekçilere uğrayamadık maalesef..Başka sefere artık diyerek gezimizi kısa tuttuk..