30 Temmuz 2013 Salı

BAHÇE KABAĞI ÇORBASI (hani şu yeşil olan :) )


Uzun bir aradan sonra mutfaktan merhaba  :)

Kaynanamgiller :) buradayken Allah biliyor ya, her sunduğumuzu yediklerini bildiğimizden her zamanki sofralar onlara hazırladıklarımız.Baharatlı ya da aşırı derecede Türk Mutfağına ait başka memleketlerde duyulmamış yemekler dışında ( hoş öyle yemek de ben yapıyor muyum diye düşündüm şimdi..Cevap : Hayır yapmıyorum) genelde onlara sormadan  hazırlıyoruz yemeklerimizi...

Ama bu akşam birazcık özel olsun istedim, ayıptır söylemesi fırında- limon kabuğu rendesi,dövülmüş sarımsak ve pesto sosta marine edilmiş -kağıtta somon yapıverdim :)
Yanına da buharda pişmiş havuç ve patates püresi...
Başlangıç  olarak da,  yediğimden beri bir türlü  unutamadığım  ve ilk yediğim andan itibaren soğuk olarak da sunulabileceğine  hemen karar verdiğim, bildiğiniz yeşil uzun bahçe kabağı çorbası yapmak istedim.
Henüz yeni tanıştığım sevgili arkadaşım Sibel den aldım bu tarifi...Eskişehirli onlar ama bilmem yöresel midir,yoksa yine bu güne kadar benim denemediğim çorbalardan yalnızca biri midir bilmiyorum henüz..

Bildiğim şey,bu menünün yanında nefffisssss durduğu!

Durun da tarifi yazayım,

İÇİNDEKİLER

3 tane bahçe kabağı
1 küçük soğan
1-2  bardak su
1 çay bardağından biraz fazla süt
1 çorba kaşığı tereyağı
tuz & karabiber

YAPILIŞI

Soğanları ve kabakları küp küp doğradıktan sonra ( ben kabakların kabuklarını da soymadım tadını çok severim ) önce soğanları kavurun ardından kabakları ekleyip önce suyunu salıp sonra çekene kadar güzelce kavurun.Ardından su ekleyip pişirin ( 15 -20 dk kadar pişirdim ben ) ve güzelce blenderdan geçirin.Sütünü ve tereyağını ekleyin işte çorba hazır.Sibel arkadaşım sonra bir 5 dk kadar daha tıkırdatın demişti ama ben yemeği epey geciktirdiğimden bunu yapacak zamanım yoktu ve pişimini tamamladım ama nasıl güzel bir çorba bu anlatamam...

En sevdiğim bölüm de J ye nasıl olmuş diye sorduğumda,o yüzünde hemen her zaman hazır ve nazır olan çoğu zaman hınzır,alaycı,bazen şirin,bazen şaşkın ama kesinlikle komik ifade bir anda kaybolup otuz küsur yıllık bir gurme edasında kaşlarını çatıp yüzünü gerdikten sonra ''Ufffffff'' sesini çıkarmasıdır ki şükür bu çorba için de aynı tepkiyi verince dedim ki:

Tamamdır bu iş!

Yaz günlerine hitap eden,içindekileri  okurken asla tadını tahmin edemeyeceğiniz,üstelik de  yapımı çooook kolay,en önemlisi  de varyasyonlara çok açık bir çorba bu..İçine dilediğiniz şeyleri ekleyebiirsiniz.Mesela bence soğuk yenirken bu çorbaya azıcık taze nane iyice kıyılıp konabilir...

Deneyin derim.

Bazen çok basit malzemelerle çok güzel tatlar elde ediliyor.

Afiyetle...

Ha bu arada,resimdeki kazma gibi kahve rengi tırnaklar bana ait değil biline! Durun kaynanama da ait olmadığını da yazayım da töhmet  altında kalmasın canım benim :)



25 Temmuz 2013 Perşembe

IŞIK HIZIYLA YAŞLANIYORUZ iyi mi? :)



Dün öğleden sonra saat 4e geliyordu ki,7 aydır sadece fotoğraflardan ve skype'tan görebildikleri küçük torunlarını kapıdan içeri girer girmez bağırlarına bastı J nin anne ve babası...

Duyguluydu sahiden de...

Hemen J yi  ve beni düşündüm.. Yıllar sonra,şu zaman zaman yüzüme bakarken şimdiden bile gidesi varmış gibi görünen cadıkız Leyla ve Yay burcu olduğundan mütevellit radikal seçimler yapacağını öngördüğüm keleş oğlan acaba bize skype'ta gösterirler mi ki  bebelerini?
Yoksa ''Vaktimiz yok hiç vallahi kendimize bile!'' mi derler...
Dünya gözüyle torunlarımızı görebilir miyiz,yoksa Yeni Zelanda ya falan mı taşınırlar,yoksa daha mı  ötelere de yüzlerini gören cennetlik olur...

Hayat çok garip.

Anne ol da anla derdi hep annem,özellikle de onu anlamadığım zamanlarda..
Şimdi,o zamanlar anlam veremediğim herşeyi bir bir yaşıyorum...

Nasıldır acaba 80 ine merdiven dayayan bir insanın iç dünyası?
Nasıl geçer bir günü sabahtan akşama,yaşarken ne düşünür?

Kucakladıklarında en küçük torunlarını neler hissettiler?

Rahmetli anneanneciğim hep koklardı bizi uzun uzun...
Haftasonu kuzen ve miniği bizdeydi,güniün en güzel zamanlarından saydığımız gecelerimizde yani ''anne vakitleri''nde,şallara sarınıp bahçede  gecekuşlarının fonunda kaynatırken hep eskilere gittik ... O hatırlattı o zaman babaannemin de gitmeden evvelki günlerinde hep gülerek etrafına bakındığını...

Ne zordur kim bilir dünya sandığından da hızlı dönerken etrafında ve sen yetişemezken sürekli değişen herşeye ''evet biliyorum herşey değişmekte ve ben gidiyorum yavaş yavaş''ı çaktırmadan  öylece bakmayı başarabilmek..

Buruşurken farkeder mi insan?
Kendine olanları sadece fotoğrafları karıştırırken mi farkeder yoksa tembel bir  yaz öğleden sonrasında seneler  seneler sonra?

Bazen korkuyorum.
Başım dönüyor, hayat bana da çok  hızlı  geliyor hepimize olduğu gibi...
İki çocuğu arka arkaya büyütmekle cebelleşmek, bir mevsimin diğerini tutmadığı bambaşka aylara,haftalara,günlere uyanmak,farketmek büyümelere böyle ışık hızında şahit olmak, hızlı hızlı ilk '' aggu  '' lara,ilk adımlara,sonra okula gitmelere,ve sonra aniden yine '' aggu ''lara,adımlara...
Derken farkediyorum daha hızlı ama hep aynı çizgide hayatlarını yaşayıp değişmeyen,aynı işlerde çalışıp aynı şeyleri yapan boş zamanlarında aynı kafeye giden ,aynı restoranda genelde aynı şeyleri yiyen,sayı olarak aynı olup uzun yıllar değişmeyen evlerin sakinlerini... Onlar da farkediyorlar belki aniden,evet yaşlanıyoruz ışık hızıyla,ama sanki her an tüm dinamiklerin altüst olduğu,bir günün diğerine hiç mi hiç benzemediği evlerde insan daha da çabuk farkediyor bu durumu...
Yaşlanmak hakkında en negatif cümlesi ''Hah hah haa sürekli pırt yapan ve dişlerini senin bardağına çıkaran bir dede olucam yandın sen!'' olan J geçen ay ''Gözlerimin etrafındaki kırışıklıklara bak!Yaşlanmışım ben,geçen  sene oldu bunların hepsi! '' dedi,Sadece son seneyi umarsızca suçlayarak :)
Ama ilk mezun ettiğim öğrencilerimden birinin ikinci bebeğini dünyaya getirdiğini öğrendiğim günlere denk gelen bu cümle beni biraz depresyona  itti bile...

:)

Çok derinlere dalıp melankolik olmadan bitirmeli bu yazıyı diye toparlayayım,umarım iyi bir tatil olur dileğiyle de  bitireyim isterim...
Birlikte yaşamaya alışık olmadığımızdan tam giderken ancak birbirimizin rutinlerine karşılıklı ayak uydurmaya başladığımız ve her seferinde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında tanış olmuş  çocuklar gibi birbirimizden ayrıldığımız sevimli yaşlılarımızı umarım mutlu mesut evlerine gönderebilirizbu tatilde de ...
Zira geçtiğimiz Türkiye tatillerinden birinde kendi halimize çok fena daldığımızı anladığımız bir anda onları sıkılmak şöyle dursun ,Digitürkün müzik kanallarından birinde evvelce çıkan akvaryumdan birer balık seçmiş '' Seninkine bak mavi balığı hiç rahat bırakmıyor,çok edepsiz! '' ''Sen asıl seninkine bak girdi  o deliğe çıkmak bilmiyor,ne var o delikte anlamadım.'' diye birbirleriyle atışırken yakalamıştık.

İyi haftasonları.






 



13 Temmuz 2013 Cumartesi

DEAR JULY, PLEASE DON'T GO !..



Temmuz ayını hep çok sevmişimdir.

O ay doğduğumdan da olabilir tabii bu ama,hani şu tatile çıkışların,doya doya sokakta oynamaların, finallerin bitmesinin ardından yayılıp gevşemenin ayıdır,tatilin ortasıdır ya,ondan mıdır bundan mıdır derken yıllar yılları kovaladıkça benim gibi Temmuzda doğan bir adamı sevmemle oldu mu sana iki doğumgününün kutlandığı şenlikli ay,arkasından bir de iki doğumgünü arası evlenme de gerçekleşince,waffle arası dondurma gibi bişey oldu şu Temmuz..
İşte bu yüzden takvimimi zaten hep çok sevmeme rağmen bu ay başkadır ona hayranlıkla bakışım...Mutfağıma gider gelir özel günlerin belirtildiği taşları okşar geçerim...
J nin doğumgünü geçtiğimiz günlerdeydi,arkadaşlar biraraya gelip coştuk bahçede...Oldukça keyifli ve hareketliydi...
Sıra yıldönümümüze gelince bu yıl  finansal durumlardan mütevellit yapmamamız gereken tatilin minicik bi varyasyonu,-gibi gibi tatilimiz- canımız sevgilimiz Ağva ya oldu yine  bir geceliğine...

 Ağvayı çok sevdik ilk gittiğimiz andan itibaren,sonra sevdiklerimizle de yaptığımız ziyaretler,anılar,biriktikçe birikti,şöyle bir günlük nereye kaçalım dediğimizde cevap hep Ağva oldu...
Hem deniz,hem nehir,hem fener,hem yemmmmmyeşil,hem bisiklet,hem otel,hem bungalov,ne istersek o oldu bize Ağva...
Aşıklar yolunda romantik bisikletimizle derin bi çukura düşüp ödümüz de patladı,Yunan müzikleri dinlemekten fenalık geçirdiğimiz sahil restoranında romantizmin dibine vurduğumuz da oldu,bir sincapın peşinden dere tepe koşturduğumuz da, yürüye yüyüye tabanları patlatıp sonunda soluklanmak için haaaaarika Piccolo Mondo yu bulmamız gibi güzel tesadüfler de ...Apartotelimizde yumurta kırıp yediğimiz de oldu,otelde yemek yerken sahneye fırlayıp hamile hamile şarkı söylediğim de...Balık ekmek yediğimiz de oldu,bazen marketten alışveriş yapıp yalnızca ekmekarası  yaptık dönüş yolunda...Ama güneşi hep fenerde batırdık...
Sonra ....Jnin ailesini de itinayla taşıdık oraya bir tatil...İnnnncecikken de geldim,Leylaya hamile kusarken de,bebeğimi kaptığım gibi de geldim sonra ,Teo ya göbeği yine şişirmişken de...
Hasılı...Biryer sizin orada neler bıraktığınızla iliintili olarak da '' çok özel '' biryerdir ya çoğu zaman.. Ağva  başka bizde bu yüzden işte...
Her gittiğimiz sefer, itina ile  tarafımızda apar topar gerçekleştirildiğinden belki,belki de sevdiğimizden değişiklikleri her zaman başka başka yerler ev sahipliği yaptı bize bu şirin yerde...
Ama bundan sonra sanki iki yere her seferinde uğrarız merhaba demek üzere artık...
İlk gittiğimizden bu yana çok keyif aldığımız biryer Piccolo Mondo...Hatta hayalimiz bir de kışın kalmak var...Bu kez de uğradık,hatta yıldönümümüz dolayısı ile akşam yemeğimizin adresiydi orası.. Sahibi sevgili Ömer ile J daha önceden tanışmışmış J nin anlatmasına göre,bir de ev sahibimizin kızı ile üniversiteden arkadaş olduklarını öğrenince muhakkak bir merhaba demeli dedik,ve yemek sonrası tesadüfi karşılaşmamızla keyifli sohbet bahçede start aldı :)

Ömer, İngiltere de yaşayan kızkardeşi Rengin ve eşi Tayfun ile kahkaha dolu sohbetle o gecemizi noktaladık,bir yıldönümümüz daha geride kaldı...

Çocukların pusetlerini iterekten, neredeyse tüm yıldızları şaşkınlıkla seyre dalarak yürüye yürüye döndük kalacağımız pansiyonun  sokağına  kadar ...İki bebeyle yıldönümü de böyle olur... Pırıl gözlü bebeklerimizi eşşek kadar yapıp da  everene kadar  gelmek nasip olur inşallah her sene :)
Piccolo Mondo ya,derin hissiyatla tasarlanan atmosferi,bahçeye yayılan şahane müzikleri,mumları ... O güzel ve özel ambiyansları için sonsuz teşekkürler...

Gelelim tesadüf eseri karşılaştığımız cici ev sahibimiz Funda'ya ve Kayra Konuk Evi ne...

Bazen öyle olur ki tanıdığın anda çok seversin birini...Sanki çoook uzun zamandan beri de birbirini biliyormuş hissi geliverir ya insana bir anda...İşte Funda'yı ve o güzel ailesini tanıdığımızda biz öyle hissettik...Bir yeri sevmek demek sohbet canlısı bir aile olarak o  yerin sahibiyle de ilintili çoğu zaman bizim için...Biz onları çok sevdik...
Sabahın kör karanlığında,yani ciddi ciddi beş sularıydı,Leyla nın rutinlerini yerine getiremediği ev dışında her yerde yaptığı gibi,  45 desibellik sesiyle '' ben evime gitmek istiyoruuuuUUUUUUUMMMMMMMMM '' yaygarasına katlandıklarında ötürü...
Klasik müzik eşliğinde hazırlanmış özenli kahvaltı masasındaki  sıcacık lokmalardan tutun da lezzetli köy domatesi,salatalığı,zeytinyağlı kekikli soslu zeytinleri,kızarmış sosis ve patates tabağı ( J buna bayıldı )  taze köy peyniri,nefis vişne reçeli,tereyağı,sahanda yumurtası....... başka ne olsun ki?
Ah evet unutuyordum:
O nefis yeni demlenmiş missss gibi bergamutlu çayından ötürü!

 Çok ama çok teşekkürler Funda :)

Mum and dad geldiğinde görüşmek üzere...



Eve dönüş yolunda da gelirken olduğu gibi kocaman ve hantal bir kaplumbağa ile karşılaşmak üzere düştük yollara ama,o hoşgeldin demek için oluşturukmuş teşrifat komitesindendi...Bakınmak bile boşunaydı...Zira börtü böceğinden bizi tanıyan can dostlara kadar herkes emindi ilk fırsatta yine yollara düşecektik pek yakın zamanda.

:)


8 Temmuz 2013 Pazartesi

KORKU FAKTÖRÜ


Herkese iyi tatiller...

Leyla tatile çıktı çıkalı evdeki rutini onu pek tatmin etmediğinden,eğer dışardaysak kendine iyi gelecek şeyleri bulmakta iyice ustalaştığı günleri idrak ettiğimiz şu günlerde,ayrıca her zaman yaşıtlarına göre fazla cesur davrandığı konusunda ebeveynleri olarak hemfıikir olsak da bazen yaptığı şeylerle bizi bile hayrete düşürmekte üstüne yok,buna da sevinsek mi üzülsek mi bilemiyoruz...

Neden mi bunu söylüyorum?

Geçtiğimiz gün itibarıyla henüz ikibuçuk yaşında olan küçük kızımla  7 yaş izleme  sınırı olan Monsters University filminin tamamını izlemiş bulunmaktayız.

:)

Bununla gurur mu duyuyorum?

Aslında tabii ki HAYIR,
ama  öyle mutlu,öyle keyifle izledi ki tüm filmi,evet bir taraftan da  tüm kalbimle EVET!

Ona küçük bir çizgifilm arşivi oluştururken biz de mutluluktan dörtköşe olmuş, her aldığımız filmi yeniden ve yeniden onunla izlemiştik,izliyoruz, yol çok uzun ve çift dikişli olduğundan izlemeye  de devam edeceğiz gibi görünmede...
İzlemekten hiç ama hiç bıkmadıklarımız gibi artık bakmaya tahammül edemediklerimiz de oldu...
Ve dahi filmleri birer birer arşive eklerken durup düşünmeyip '' şimdi olmasa da daha sonra mutlaka '' diyerek hevesle eklediğimiz birkaç film de oldu...İşte o filmden biriydi Monsters Inc.  

Ama öyle olmadı.

 :)


Leyla ayaklanmaya  başlayıp da o minik pembe sandalyesini sürükleye sürükleye kitaplığının üst rafının önüne kadar getirindip ne istediğine bizzat kendi karar verdiği günlerde de DVD ler göbekleri bir kesilmiş gibi şimdi izleneceklerle daha sonra izlenecekler ayıklanmadan öylece  bir arada durunca, 1.5 yaş civarına tekabül etti maalesef bu güzel DVDyi izlemesi...Almış...Salona kadar getirmiş...DVD playeri kendi açmış..Bizzat kendi yerleştirmiş ve o ürkütücü ilk sahneyi küçücük parmaklarıyla yarıdan fazlasını kapattığı gözlerini kırpıştıra kırpıştıra izlemiş,Boo yu gördüğünde de filmi izleyen ve Leyla yı ilk kez gören herkesin benzetmekte gecikmemesi gibi ''Lellaaaa Lellaaaa ''demişti...

Bizim halimiz mi?

Çok üzülmüştüm kendi adıma konuşmak gerekirse...O kadar küçük bir çocuğun beyninin '' korku '' faktörüyle böylesine erken tanışmasına hiç ama hiç gerek yoktu...Bu konuda babayla biraz ayrı düşünüyoruz.Bunu farkettiğinde biraz üzülmüştü o da ama baktı ki Layla da tık yok,her hangi bir korku emaresi belirmemekle beraber ne zaman DVD izleyelim mi diye sorsak ille de Boo da Boo diye tutturmaya, kutusunu kaptığı gibi de soluğu salonda almaya başladı,o da oldukça rahat davrandı ve'' Eğer beğeniyorsa bırak izlesin ''modunda devam etmeyi tercih etti...Zamanla herşeye olduğu gibi  buna da  alıştık ve Monsters Inc. bizim köşe taşımız,efendim üzücü birşey gerçekleştiğinde adeta sığınılacak bir liman gibi korku -komedi -şaşkınlık veren hararetli sahneleriyle gönül avuntumuz haline geldi...

Günler ayları kovaladı ve Leyla iki yaşlarındaydı,ilk minik ziyaretini yaptığında sinemaya...O günden sonra unutamamış,hayallerinde tekrar sinemaya gitmeyi birinci sıraya koyuvermişti.Biz de aslında tekrar götürmek istiyor ve fakat hangi film onun için uygun olabilir sorusunda takılıp kalıyorken geçtiğimiz günlerde vizyona giren Monsters University yetişti imdadımıza...Leyla için izin alma girişiminde bulunduğum bilet kesen görevli beni dinlemedi bile...Ben de o sırada gevelemekteydim,işte efendim en sevdiği çizgifilm buymuş da,yaşına göre çok olgun bir çocukmuş da...Hı hı dedi ve hemen biletleri hazırladı...

Bize de koltuklarımıza kurulup keyifle filmimizi izlemek düştü...

Zaten hatırlamaktaydı kuzucuğum,çok fazla koltuk var ve karanlık orası...Çok da kalabalık...Biz girdiğimizde reklamlar vardı ve salon karanlıktı ama kulağına eğilip de, koltuğa mı kucağıma mı oturmak istediğini sorduğumda '' Tabii ki koltuğuma anne,abiler gibi ! '' demez mi?

Monsters University  keyifliydi kesinlikle...Boo yoktu bu kez ama izlenilesi bir film bana göre... Kahraman Mike Wazowski beni benden aldı azmi ve kararlılığıyla..Bu arada alt tarafı bir G Ö Z ün bütün hissettiklerini izleyene geçirebilecek başarıdaki animasyonuna da  tümüyle Piksar a olduğum gibi hayran kaldım...Filmin ''farklılıkları avantaja dönüştürmektir başarı '' mottosu ise o hengame içinde durup da pek çok şeyi gözden geçirmemi sağladı o karanlık yerde ...

Ve evet, J sabırsız izlemek için :)


Filmin unutulmaz yanı mı?

Sevimli canavarımın,oturduğu andan itibaren ilk yarım saat - bir zamanlar küçücük birer çocukken hepimizin heyecanlandığında ve çok sevindiğinde yaptığı gibi-  karanlıkta pırıl pırıl gördüğüm miniş gözlerini kırpıştırıp,omuzlarını yukarı çekerken bana bakıp bakıp  kikir kikir gülmesiydi sanırım...









1 Temmuz 2013 Pazartesi

BU DUVARI BADANALAMALI MI ?

Aslında yazmaya başlamadan önce durup da hiç düşünmem genelde...

Aklıma yazma dürtüsü geldiği gibi başlar ve sonuna gelene kadar da durmam ama bu kez yazmaya başlamadan ''aslında ne yaptığım '' la  ilgili şöyle bir durup düşünesim tuttu da yahu ne isabetli bir isim bulmuşum şu bloguma ve kendime aynı zamanda! Aklı olan insan zaten böyle bişey yapmaz ki dedim....

Ne mi yaptım,
okuyalım:

Teo tam bir hafta önce yoğurdunu yedirirken hırıltı benzeri sesler çıkardığında'' Boğazında birikmiş olmalı yoğurdun bi bölümü yoksa yaz günü ne mümkün'' diye iç rahatlatmamdan  saatler sonras fecii bir gece geçirmemizle yeni bir bol  nebülizatörlü hasta haftayı başlatmış oldu...Akabinde iki doktor seansıyla,kaygılı,uykusuz gecelerle,kucakta ve maskeden ilaç aldığımız makineli zaman dilimleriyle,iştahsızlıkla,yorgunlukla,bol bol mızmızlıkla,huysuzlukla,sıkıntıyla yedi günü zor atlattık...

Önceden  o  kesinlikle sonlandırılması gereken mutsuzluk diliminden yeni elbiseler alarak ya da saçımda çılgınca bir değişiklik yaparak  kurtulurdum ya...

Şimdilerde

e v i    y e n i l i y o r u m !


Ama öyle gidip de eve yeni bişeyler alarak karşısına geçip :  ''  İ  Ş  T  E  !!! ''
diyerek değil maalesef!Kendimi paralarcasına  bizzat ne yapılacaksa yaparak tadilat kabilinden...
Son birkaç yıldır,ya da yok yok aslında sanırım ilk kez kendi evim olduğundan beri bu böyle!

Duvar rengi değiştirmek, duvara resim çizmek,koltukların kıyafetlerini değiştirmek,eski bir mutfak dolabını baştan sona kaplamak,hatta eski fayansları kaplamaya kadar gitmişliği var deneyimlerimin,bana verdiği haz da saçımı yenimekle başa baş diyebilirim...Hem bunun yeni saç modelinin bünyede yarattığı yakışıp yakışmama kaygısından da azade böyle ferah bi havası da var ama gelin görün ki,vücudum dayanamıyor artık bu tadilat seferlerine.
Şu hastalık haftasının hemen ardından bünyede hissedilen ''hafakanlar basma '' halinden, salonumun en geniş duvarını tuğla desenli duvar kağıdıyla kaplamamla son buldu çok şükür! Sırt ağrılarımn,et kesiği baldırlarımın ve  kollarımı kıpırdattığım zamanki  sızlayan her kasımın verdiği ızdırabı kenardan kenardan belirtiyorum :)

Yine de ben sonuçtan çok mutluyum, J de beğendi ...
Hatta ilk akşam salonumuzda çocuklar olmadan çoooook uzun aradan sonra ilk kez akşam yemeği  yiyebiliyorken iki saf kalp kendimizi daha önce gelmediğimiz bi restoranda hayal bile ettik şaraplarımızı yudumlayıp duvarımıza bakarken mum ışığında  :)

Aslında bu his Jamie Oliver ı her izlediğimde o muhteşem mutfağa bakıp çeşitli  ıvır zıvırın,taze yeşilliklerin arkasından görünen o hoş renkli gerçek tuğlalardan örülmüş harika duvarını kıskandığımı farketmemle başlayıp LOT duvar kağıtlarının bende Toscanavari çağrışımlar yapan Chantilly  isimli duvar kağıdını keşfetmemle perçinlenip,üşenmeyip karşılara geçip o kağıttan arayıp (pek tabii ) bambaşka bir çeşidini bulabilip dilim dışarda bir çırpıda onu duvarıma uygulamakla son bulan bu maceramı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duymamın sebebi kendimle gurur duymam değil aslında,bu şeylerin beni böyle mutlu ettiği gibi pek tabii başkalarını da mutlu edebileceğine, evde vakit geçirip vakti olan her kişinin evinde memnun olmadığı noktalara aslında keyifli çözümler bulabileceğine olan inancımı desteklemek bir anlamda...

                                         LOT duvar kağıdı kataloğu, Chantilly deseni...            



d-c-fix   diye bişey keşfettim mesela yıllar önce,(evet şu  arkası kendinden yapışkanlı metrelerce  satın alabileceğiniz neredeyse her desenden kağıtlar) o boyuta gelmişti ki bir ara bişeye takan dedeler gibi Pringles kutularını falan kaplamaya başlamıştım bu bana ilerde lazım olur yollu hani şu çok kullanılan dekoratif kutulardan yapıp durmaktaydım da ardıma dönüp  de dekoratif kutularımı biyerlere sığdıramamaya başladığımda bu böyle olmaz deyip bu olaya bi son vermiştim.

Evet bu bölüm yeni...Evimde çılgınlık zamanlarımda çok ama çok makul fiyatlara kendimce bulduğum çözüm yollarını paylaşacağa benziyorum bundan böyle bu sayfada da...

Ne diyeyim?

Kolay gelsin

:)



                                                                 bu da delikızın evi...