13 Eylül 2013 Cuma

aşk yüzünden...

Bebeklerimden önce yanaşmazdım bu  tür yazılara..Çok...Ne bileyim yapmacık mı demeli? Bazen usandıran durağanlıkta ve tekdüze gelirdi ...

İnsanın bebeğini ilk gördüğü an var ya hani,o kesif acının fonunda öylesine bir duygu ki,ölüyorken yeniden doğmak gibi...O kokladığın an var ya hani,gözlerinden yaşlar süzülürken, sahi burası olmalı cennet dediğin...

Leylamızı kucağımıza aldığımızda J ile sarılıp sıkıca birbirimize, ağlamıştık bir süre...Başka bir şey yapamamıştık aciz kalmıştı kelimelerimiz...Hani ustanın dediğince kifayetsiz...
 Anlatamamıştık bir süre neydi  bu hissettiğimiz...

Teoyu kucağıma verdiklerinde ağrım çoktu ve kendime gelememiştim tam olarak...Anlıyor ve fakat
 "davranamıyordum "

Ne bebeğimi kucaklayabildim,ne doğru dürüst sevincimi gösterebildim.
Zaten çok sürmedi,hastaneye geri dönmesi gerekti...Onu hastaneye yetiştirme sürecim öylesine Kemalettin Tuğcu hikayelerini andırır ki, ne siz merak edin,ne ben bahsedeyim...Yoğunbakıma emanet ettiğim an bir
 " Oh ! " dediğimi bile hatırlıyorum,Ahmet doktorda artık, emin ellerde  kabilinden...Ama o kadar kanatan bir süreç ki,ışık hızında şükürden özleme dönen...
O kara kışta o buz gibi bembeyaz gecede ertesi gün eve yalnız dönmek zorunda kalmıştım.O zamana kadar içimdeki dehlizlere akıtıp durduğum gözyaşlarım, parlak rengi artık solmuş,nemli saç ve ter kokulu  bir sarı dolmuşun en arka sırasında cam kenarında kulağıma gelen müziğin de kışkırtmasıyla " Şunu uzatırmısınız " ımın yorgun,korkulu,telaşlı ve zavallı tonunu duyuvermemle elimde kalan demir 1 lirarıma baka baka sızım sızım dışarı süzülmüşlerdi eve gelene kadar yanımda oturan yaşı geçkince adamı çokça telaşlandırarak...

Eve gelip üzerimi değiştirirken,Leylayı uyuturken, birşeyler atıştırırken,düşünürken,J ye sarılırken hep ama hep devam ettiler gözlerimden süzülmeye  çaresizce...
Öyle ki artık tam yatmışken  bir dakika bile duramadan tekrar başlıyordum,yine ve yine ve yine...
Bir anda bir ışık yandı içimde...Yine hızla biyerlere gittim...Geçmişimde,kavuşması olmayan aşklarımda nasılsam öyleydim şimdi...Durumu farkedince kederden iki büklüm olmuş kalbim bir de hızlı hızlı atmaya debelendi...İçim kıyıldı...Acım arttı sanki bunun  A  Ş  K  olduğunu anladığım o an...

Binlerce şükür olsun kavuştum Teoma...Allah evlatlarından kimseyi ayırmasın, bizi de... Ama birbiriyle bu kadar alakasız gibi görünen ve fakat bu denli aynı başka duygu  var mıdır diye merak eder dururum o günden beri...

...

Neden üzdüm sizi şimdi bunları anlatarak?

Affedin...

Aşk yüzünden böyleyiz ve bu çok zor...

Bebeklerim ve ben, gece-gündüz biradalığımızı,bağlarımızı,bağımlılıklarımızı,alışkanlıklarımızı,öpüşüp koklaşmalarımızı,rutinlerimizi,yapmayı  hep ama hep çok sevdiğimiz şeyleri,hiç ama hiç sevmediğimiz halde yapmak zorunda olduklarımızı,kısacası hiç ayrılmamış bir ana-oğul olmayı ve hiç ayrılmamış bir ana-kız olmayı bir yana bırakıp usulca, ( ki Leylamla bunun küçük bir eskizini geçen yıl yapmıştık onun için level 2 artık :) ) başka bir sayfaya geçiyoruz kalbimiz pıt pıt,çokça heyecan ve o derece keder içinde...
Anne artık işine dönüyor,öğretmeye...
Ne kadar anneyse, o kadar anne hala, hatta daha bile çok anne...Ama ne kadar öğretmense hala o kadar öğretmen olup olmadığını merak etmede bir taraftan :)

Eli hala bebeklerinin üstünde...

Kalbi evde...

Bu günlerde biz işte böyleyiz,kendimizi tutmazsak yerle yeksan olmaya meyyal ama bir o kadar güçlü, bir o kadar mağrur...Ve heyecan içinde günün getirdikleriyle...

:)

5 Eylül 2013 Perşembe

yaz bitti



Bu sabah evimize girerken, ayakkabılarımızı giyerken,tembel tembel bahçedeki kanepemizde otururken, sıkılmış Teo yu kucağımızda gezdirip  avuturken karşılaştığımız, havada asılı kağıttan yelkenli minik gemim, benim sevimli küçücük rüzgar çanım yağan yağmurlardan nasibini aldığını anlatmaya başladı ... Çokça zamandır buruş buruş,boynu bükük...
'' Yaz bitti!..''  dedi usulca kulağıma ...'' Nereye yelken açılır ki şimdi?İndir beni burdan...''
Yaz boyunca gergin duran  palamarı çözerken, rüzgar gülünün sesiydi bu kez kulağıma ilişen:

'' Bak, bu sabahki hoyrat rüzgar kopardı mavi renkli yaprağımı...Tam zamanı artık içeri girmenin, yoksa işine yaramayız gelecek bahar... ''
Çaresiz peki dedim,yasemin saksının  dibindeki kuytu köşesinden,  serin ve nemli topraktan çekip aldım.Bu kez geminin yanıydı yeri avuçlarımda sessiz,durgun...

Yaz bitti...

Hep düşünürüm,biz yazın bittiğine kanaat getirip de sahilleri terkettiğimizden ,başka şeylere yöneldiğimizden mi biter yaz,yoksa yaz bittiğinden mi terkederiz sahilleri...Sanki bazen öyle olur ki biz biraz daha umut etsek devam edecekmiş gibi...

:)

" Yaz geçer  yine gelir
   yaz geçer  iyi gelir sözcükler "  der  ya M.Mungan aynı isimli kitabının  başında...

Sözcükler iyi geliyor bu günlerde bol bol yeni sözcükler, ve yeni yerler kaybolup okumak için...

:)





2 Eylül 2013 Pazartesi

TRİLYE




Bursa ya gitmeye karar verdiğimizde aklıma gelivermişti hemen Trilye ye de gitmeli diye..Daldım internete araştırdım soruşturdum gitsek mi gitmesek mi kavşağında Trilye yazıp dururken burayla  karşılaştım...
Günübirlik bir gezide anlatılanlar oraya ait pek çok görüşle aşağı yukarı aynıydı...Ama Metenin blogunda Taş Mektebi görünce dayanamadım işte...Sonradan tanıştığımız.arkadaş olduğumuz Metenin fotoğrafladığı okulu merak ettim.Bir de askı fotoğrafı var ki,ben bunu görmeliyim dedim kendi kendime...Güzel sahilinde de bebeleri denize sokar tuzlu döneriz evimize diye de düşünüp gülüştük...
Planlanan pek çok şeyde karşılaşıldığı üzere daha yolda başladı karmaşa...Eve dönüyoruz ya, J  alabildiğince gergin...Leyla geceleri istisnasız uyanıp " Ben evime gitmek istiyoruuuummmmmmm!" diye çığlık kıyamet bağırıp tepinip ev ahalisini uyandırdığından, ilk geceden sonra ertesi akşamlar için bavulu toparlayıp gece daha uzun süren bir krizde gitmek üzere hazır uyuyakalıyorduk..Bu yüzden orada kaldığımız süre içerisinde J sabaha karşi 3,Leylanın daha insaflı davrandığı zamanlarda 4-5 te uyanışlarıyla underground  gezileriyle güne çooooooookkk erken başlamak zorunda kalışlarından ötürü zaten yorgunken, ardından uzun bir Cumalıkızık kahvaltısı ve Uludağa çıkıştan sonra eve dönüş yolunda Trilye ye uğramanın pek de matah bir fikir olmadığını düşüne düşünde dökülmüştü yollara..
Bunu benim canımm Yeni Türkü mün şarkılarına " Hep traditional müzikle mi gidicez ? " demesinden anladım zaten.Bunun traditional müzik değil Yeni Türkü olduğu konusunda onu hemen uyarıp müziği de kapattım ama bu kez de Mudanya yolu yeni yapılanmadan ötürü yol çalışmalarını sürdürmekte...Sıcakta Trilye ye varamamak çok ızdıraplıydı...
Pes etmek istemdim.Bir daha görebileceğimi düşünmüyorum ya o yüzden ya gidecektik, ya gidecektik Trilye ye..
:)

Tam işte geldik derken kıvrılan yollar bitmiyor aşağı inerken.Ama o kadar da keyifli ki bol virajlı olmasına rağmen.Yine zeytin ağaçları,yine mis gibi ormanın içinden kıvrıla büküle en sonunda tepeden limanını görüyoruz,az sonra da  şirin Trilye de yiz...


O kadar sıcağı yemişiz,yol çok çektirmiş,bebeler avaz avaz...Herşeyden evvel deniz oldu önceliğimiz  şimdi...Tuttuk plaj yolunu...Kirli,karışık,taşlı,aşırı kalabalıktı...Ve Kuzey tarafında değildik elbette...Pazar günü akşam saat 18: 30 suları...Mangal kokuları birbirine girmiş,her köşede bir köfte arabası...Ağlamak istedim bir an...Belki iki saatten fazla süredir buraya ulaşmaya çabalıyoruz,gezemeden belki de yola çıkmamız elzem...



Çok hoş sahil restoranları sıralı bu şirin beldeyi gezmek isterdim oysa...Yapıcak birşey yok,biraz atıştırıp yola koyulmalıyız...Neden sonra taş mektep geliyor aklıma da şöyle bir tur atalım bari sokak aralarında diyorum.Hava nispeten serince...Çabuk çabuk yol alıyoruz mektebin bulunduğu sokağa doğru seğirtiyoruz iki pusetle düşe kalka arnavut kaldırımı sokaklarda...Çok haşmetli gerçekten...Kapıları kapanmış meraklı gezginlere ve belki de artık çok yorgun olduğundan zaten çoğu yıkılmış iç duvarları tutan kirişlerin çökme  tehlikesinden  korumak için hayta mahalle çocuklarını...



Ve işte o meşhur  askının fotoğrafı...Elbette Mete den çaldım,içeri giremediğimizden fotoğrafını çekemedim...

:)

Gerçekten de neler neler  asılmıştır bu askıya kim bilir...
 40 lı 50 li yıllara ait kuplu model acı kahve,hafif eprimiş bir kadın ceketi belki...Belki de türlü model  şemsiyeler uzun mu uzun olanlardan...Kaç eşya unutulmuştur daha sonra aranıp da bulunamayan...


Parça parça oldu ama burası da dışı  daha Metenin blogunda görür görmez gezmeyi hedeflediğim hediye dükkanı... Ama bu fotoğraf Mete den değil o kadar da değil artık...Adı Trilye Çarşı...Ama darılmasın kimse, dışı böylesine özgün bir yapının içi bu kadar mı özelliksiz olur?Özenilmeden Çinden en ucuza ne alınıyorsa satılmak umuduyla dizi dizi özenle dizilmiş hediye dükkanının içine...Ah oralara yakın olmak vardı da şu taşçağızlarımdan boyayıp boyayıp  orada sergileyebilseydim, Trilye Hatırası yazardım...Trilye sahiline ait taşlar renklerle buluşur,gerçek anı eşyalar çıkardı ortaya hiç olmazsa...
Aslında bundan da öte,son zamanlarda gittiğim yerlerde arar oldum şöyle şanına yakışır bir                           D E L İ K I Z I N    Y E R İ  yapabileceğim bir yapı...

Burası tamm bana göreydi işte :(



Böyle gezi yazısı mı olur yahu,yine beceremedim...

Neyse,bence gezilesi bir yer Trilye...

Bir daha gider miyim? Hayır.Ama pişman oldum mu gittiğime gördüğüme kesinlikle çok mutlu oldum.Bebelerle çok aceleye geldi ...Fotoğraflar hep etraftan.

Dönem ödevini en son güne bırakmış ordan burdan toplama bir ödevle öğretmen karşısında kıvranan öğrenci gibiyim şimdi...



Gidin Trilye ye...


:)))))


1 Eylül 2013 Pazar

HAYAT KURABİYE HAMURU GİBİ ÇOĞU ZAMAN



 Bu gün Leyloşun '' Anne bizim de evde böyle kurabiyelerimiz olsun '' diye reklamlarda masanın üzerinde duran kavanozdaki kurabiyeleri bana  dürte dürte  gösterince tamam kızım olsun dedim en sonunda!

Boru mu, en son ne zaman kurabiye yaptığımı hatırlamıyorum bu evde,galiba geçen Eylüldü...

Hani zayıflamaya çalışıyoruz ya...

Kızımın dileği emirdir benim için ve şimdi ben de heveslendim ya kurabiyem neredeyse Alman ekmeği gibi içine bulduğum lezzetli  ne varsa koyuyorum.Tarif yazmayayım ama işte bildiğiniz tereyağı,yumurta,şeker,kabartma tozu,vanilya ve un bazında hamurumuz.İçine de hem badem,hem ceviz hem de fındık vardı rondodan geçirilmiş ve hafif kavrulmuş, atın ölümü arpadan deyip hepsinden koyduk.Yetmedi damla çikolata ve tarçınla şenlendirdik.

:)

Yoğurmaya başlayınca bir panikledim,toparlayamadım bir ara ellerim, tezgah heryer olduğu gibi  hamur parçacıklarıyla kaplandı. Ellerimi kurtaramıyorum hamurdan...Bu böyle olmaz dedim,un ekliyorum boyuna...Ve inanılmaz ama bir anda toparlanıverdi hamur ve işte o meşhur  kulakmemesi kıvamıyla ta taaaaam, karşınızda kurabiye hamurumuz hazır.

Hayat da böyle diye düşünmeden edemedim cebelleşirken şu hamurla...Hayatta toparlanamaz dediğiniz şeyleri bir düşünün, nasıl da kurabiye hamuru hızıyla olması gereken şekle dönüverdi  bir anda kaç önemli olay...

Sevdim bu mottoyu sonra, e ben buldum ne de olsa :)

...


'' Perişan '' diyeyini de gördüm '' Derbeder '' diyenini de böyle koparıp koparıp tepsiye atıverince kurabiyeleri oluşan şekle...Hakikaten de öyle görünüyorlar,çok sevimliler...

Fırın bölümünde yine olay çıktı,öylece olduğu gibi çiğ yemek istedi Leyla kurabiyelerini,fırının başında beklemek şartıyla anlaştık...

Mmmmmmmmmmm neffiisssssti ayıptır söylemesi...

Var mı anne kurabiyesi gibisi söyleyin...